30ların kadını

Uzun zaman olmuştu yazmayalı. Turgut Uyar’ın Otuzların Kadını kitabını gördüğüm an aklıma geldi yazmak. Kendimle hemhal olduğum en güzel yaşlarıma, otuzlarıma bir hatıra bırakmak istedim.

Heyecanla girmeyi beklediğim 18li yaşlardan otuzlu yaşlara su gibi akan bir yolculuk. Cahit Sıtkı'nın söylediği gibi "Yaş Otuz Beş, yolun yarısı"

Yolculuğa eşlik edenlere de, istasyonda inenlere de müteşekkirim tabii ki ama benim anlatacağım içsel bir yolculuk.

Yolculuğun yarısını tamamladık da, nasıl?

Yolculuğun başları gibi değil durum artık. Gençlik yıllarında etrafında birçok arkadaş olsun isterken otuzlarında yalnızlığın keyfini sürüyor, birkaç iyi dostla yolculuğuna devam ediyorsun. Ve bu tercih edilmiş yalnızlık seni içsel yolculuğa götürüyor ister istemez. Çılgın kalabalıktan uzakta bir sen var, senden içeri ve sen o sen’i bulmak için yollar arıyorsun.

Kendimi bildim bileli en çok kitaplara sığındım. Bazen bir romanın içindeki karakterle kendimi özdeşleştirdim, bazen de kişisel gelişime dair notları alıp hayatıma nasıl dahil edebileceğimi araştırdım.

20lerin sonunda evlendim ve anne oldum…

30ların başındasın. 3 yıllık annesin. Merak ettiği her şeyi soran bir çocukla anneliği de keşfettiğin zamanlar. Annemin “anne olunca anlarsın” dediği cümleyi iliklerime kadar hissedişimin ilk yılları. Bocaladığım, bazen de 3 yaşındaki çocuğumla birlikte hayatı da yeniden sorguladığım, “ben nerdeyim, ne yapıyorum” dediğim yaşlar. Kolay olmadı tabii ki. Herkes kadar biz de geçtik zorlu süreçten. Sorumluluk iki kat arttı ve aslında kendini ararken kaybolduğun da bir dönem.

Fazla mesai, fazla sevgi, fazla özveri…
Fazla olan ne varsa akıp gidiyor evladına. Verdiğin her duygu senden eksiliyor bir bakıma. Dengeyi kurabilmek de uzun zaman sonra sağlayabildiğin bir alan oluyor.

Hiç süslü cümlelere gerek yok. Çok zor bir çocuk yetiştiriyorum. Bizim çocukluğumuz gibi değil artık bu çağ. Annelik zaten delilik. Sonrası da deliliğin içinde kaybolmak ve bocalamak oluyor. Y kuşağı ile alfa kuşağı arasındaki çatışmalar, ağlama krizleri, terapiler…
Ama bununla birlikte her geçen gün kuvvetlenen bağ.

Araya pandemi girdi. Yağmur ikinci sınıfta, ben de yolun yarısında. Biraz bedenimden koptuğum bir dönem. İçsel yolculuğa geçmeden önce bedenime dikkat etmem gerektiğini fark ettiğim an tartıya çıktığım an oldu. O an yaşadığım şokla aralıklı oruca başladım. 14 kilo verdim. Hayata insan her zaman yeniden başlayabilir, bu mümkün. Ben de bence o dönem yeniden tutundum bedenime, ruhuma. Hayatımı yeniden şekillendirdim ve kendime çevirdim aynayı yeniden. Evet anneyim ama kendime faydamın olmadığı yerde kimseye bir yararımın olmayacağını keşfettim. Bu gerçek bir keşifti.

Çöp adam bile çizemem diye söylenirken birden resim kursunda buldum kendimi. 3 yıldır resim yapıyorum. Resim yapmak bana hem iyi hissettiriyor ve hem de ruhumu besleyip doyuruyor. Da Vinci’nin dediği gibi ruhun elle birlikte çalıştığı yegane iş.

Sonra pilates yolculuğum başladı. Artık kendimi iyi hissedecek yolların farkındaydım. Kalbini açık tuttuğunda güçlü bir beden, düzgün bir duruş ve dingin bir zihin de seni mutlaka buluyor. Bedenim şekillenirken ruhum da içsel yolculuğun ilk tohumlarını atıyordu. Oluyordu galiba. Bir işi başarmak da çok güzel ancak içindeki seni keşfettiğinde kazandığın zafer sana daha büyük haz veriyor.

Sabırlı biri değilim, çoğu şeyde sabırlı olmayı ve sakin kalabilmeyi öğrenmem biraz zaman aldı. En başta bunu sağlayan terapi idi. Terapi sayesinde olayları akışında bırakmayı, en çok da duygularımı olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim. Mutsuz musun yaşa, üzgün müsün yaşa. Önce kabul etmeyi öğrenirsen o duygunun sende misafir olduğunu ve seni terk edeceğini anlıyorsun. Ama zamanla.

Ve 30ların sonu.

Yoga ile buluştum 40a 1 kala. Daha çok yeni ama benim kendimi iyi ve hafiflemiş hissettiğim, kendimle hemhal olmanın kıymetini anladığım bir yolculuk. Yoga ile ilgili en sevdiğim cümle şu:

“Yoga is a mirror to look at ourselves from within.”
(Yoga kendimize içten bakmak için bir aynadır.)

O kadar doğru ki. O ayna sayesinde her gün ruhuma ve bedenime teşekkür etmeyi öğrendim. Çünkü zihin sustuğu anda ruhun konuşuyor yoga sayesinde.

Yoga biterken gözler kapatılır, rahat bir oturuşa gelinir, eller birbirine bastırılarak kalbin önünde buluşur. Kafa tevazuyla ellere eğilir. Ve yoga hocası, kendine ve bedenine teşekkür et der. Sonrasında, “gözlerini en değerline yani kendine aç” diye bitirir cümlesini. Bütün mesele de bu. Kendi içine dönüp onu dinlediğinde dışarda olanları da sakinlikle karşılayabiliyorsun.

Benim içsel yolculuğum devam ediyor. Peki, sen yolculuğun neresindesin?

Yolculuğun neresinde olursan ol, en değerli şeyin yine kendin olduğunu asla unutma, olur mu?

Bedenine ve ruhuna şifa olacak yolculukları keşfetmen dileğiyle.

Yolculuklarımız her daim güzel olana çıksın…




Yorumlar

Popüler Yayınlar