Cezaevleri hakkında yazdığım haber...
Derginin 'Life Aldırma Gönül' sayfası için Ankara'da birçok cezaevini ziyaret ettim ve sonrasında düşüncelerimi dergide paylaştım...
işte metin...
Life Aldırma Gönül köşemizin her sayısında Ankara’daki cezaevlerini gezdim. Kadını, erkeği, çocuğu... Hepsini gördüm, gözlemledim... Şimdi de gördüklerimi ve hissettiklerimi sizlerle paylaşacağım.
Güzel bir söz ile başladık yazımıza... “Hangi anne çocuğunu emzirirken bir gün suçlu olabileceğini bilir ki?...” Gerçekten de öyle değil mi? Bir düşünün; mutlu bir yuva kuruyorsunuz, ardından hayatınızın, eşiniz ile paylaşımınızın meyvesi dünya güzeli bir çocuk dünyaya getiriyorsunuz. Onu en güzel şekilde yetiştiriyorsunuz ve bir gün hiç ummadığınız bir anda çocuğunuzu cezaevinde buluyorsunuz...
Ya da aynı şey bir çocuk için de geçerli. Tam tersini düşünelim... Ufacık bir çocukken anne babanız ayrıldı. Hiç iyi yerlerde ya da iyi şartlarda yetişmediniz. Suç sizi kendine çekti ve bir bakmışssınız cezaevindesiniz...
Bir gazete köşesinde bir yazıya rastladım. Yazıda hayata dair güzel bir söz vardı: “Hepimizin ortak bir yönü var; iyinin de kötünün de... Herkes bir gün sevimli bir bebekti” Bu söz o kadar çok şey düşündürdü ki bana...
Özlemlerimizi unutuyoruz
Bugüne kadar çok cezaevi gezdim. Cezaevlerinde hükümlülerin vakitlerinin büyük kısmını geçirrdikleri işyurdu faaliyetlerini ziyaret ettim. Onların hayata tutunmaya çalışma azimlerini yüzlerinde okudum. Kimsenin kimliğini deşifre etmedim ya da kimseye, “Neden buradasın” diye bir soru sormadım. Asıl amaç, bu tür mesleki faaliyetlerin onlarda yarattığı hem fizyolojik hem de psikolojik etkiyi görmekti. Konuştuklarımın çoğunda aynı mesaj vardı: “Özlemlerimizi unutuyoruz”...
Bugüne kadar çok cezaevi gezdim. Cezaevlerinde hükümlülerin vakitlerinin büyük kısmını geçirrdikleri işyurdu faaliyetlerini ziyaret ettim. Onların hayata tutunmaya çalışma azimlerini yüzlerinde okudum. Kimsenin kimliğini deşifre etmedim ya da kimseye, “Neden buradasın” diye bir soru sormadım. Asıl amaç, bu tür mesleki faaliyetlerin onlarda yarattığı hem fizyolojik hem de psikolojik etkiyi görmekti. Konuştuklarımın çoğunda aynı mesaj vardı: “Özlemlerimizi unutuyoruz”...
Kimisi annesini, kimisi babasını... Kimisi borcu olduğu arkadaşını, kimisi de başka biriyle yakaladığı eşini cezalandırmışaklı sıra... Ama aslında kendi vicdanıyla hesaplaştığını düşünememiş... Bana göre çoğu pişman ve çoğu orada kendi vicdanıyla başbaşa, sadece ama sadece onu dinliyor ıssız ve karanlık akşamlarda... Çoğu aslında cezaevinde geçirdiği anlarda hatalarının muhakemesini yapacak kadar bol vakte sahip ve düşündükçe eminim pişmanlıklarıkat be kat artıyor...
Kapılar kapatılarak ıslah edilmesi mümkün mü?Gittiğim her cezaevinde kurum müdürleri ile de söyleşi gerçekleştirdim. Onların gözünden suçluyu anlatabilmek de zor çünkü çoğu kendi psikolojilerini bir kenara bırakıp hükümlülere mesleki faaliyetleri öğreterek onları suçlu psikolojisinden çıkarmaya çalışıyor ve yeniden topluma kazandırıyor. Kapıların kapatılması ile hiçbir suçlunun ıslah edilmesinin mümkün olmadığını biliyorlar...
Hatta bir cezaevi müdürü mutluluğunuşöyle ifade etti: “Bizim mesleğimizin en güzel taraflarından birisi kurumda meslek öğrenip dışarıda bu mesleği icra etmeye devam eden insanlarla karşılaşmak, bu durum bizi en mutlu eden olaylardan”. Demek ki amaç yerine en güzel şekilde ulaşıyor ki bu durum da en güzel kanıtı...
Açık cezaevine de gittim bu süre zarfında. Biliyorsunuz; cezalarının bir kısmını kapalı cezaevinde geçiren hükümlüler, kalan kısmını da açık cezaevinde geçirebiliyorlar. Burada herşey aynı işletme mantığıyla yürütülüyor ve buraya gelen herkes çalışmak zorunda. Böyle olunca insan merak ediyor çünkü üstün güvenlik önlemlerinin olmadığı -hatta öyle ki restaurantta garsonluk yapan hükümlüler insanlarla hep içiçe- böyle bir durumda kurum müdürüne sormadan geçemedim: “Hiç kaçmaya yeltenmiyorlar mı?”Kurum müdürü şöyle cevap verdi: “Niye kaçsınlar ki? Kaçarlarsa kapalıya tekrar giderler”. Gerçekten de öyle; özgürlüğe bu kadar yaklaşmışken dünyasını yeniden karartsın ki?
Bu arada cezaevi müdürlerinin bir de sıkıntısı var. Mesleki faaliyetleri öğretirken hükümlülere, onların el emeği göz nuru ürünlerinin satışında sıkıntı yaşıyorlarmış. Bu konudaki desteklerimizi de esirgemeyelim. Unutmayın; herkes bir suçlu adayı. Bir dakika sonra ne olacağını kimse kestiremez...
BİR ACIYI DİĞER BİR ACIYLA BASTIRMAK!
Her gittiğim yerde kurum müdürlerinden enteresan hikayeler dinledim. Beni en çok etkileyen hikaye şuydu: Cezaevi müdürümüz önceki cezaevinde yaşadıklarınıanlatıyor. Diyor ki, “Bir çocuk cezaevinde müdürüm. Çocuklar yaptıkları suça göre ayrı ayrı koğuşlardalar. Bir koğuştaki üç çocuk ile ilgili her gün vukuat haberi geliyor. Birisi kendisini kesiyor, diğeri camı kırıyor... Sonra ben bir psikolog arkadaşımdan yardım istedim. Onlarla konuşmalarını ve dertlerinin ne olduğunu öğrenmesini istedim. Tek tek hepsiyle görüşen psikologa, sorunlarının ne olduğunu sorduğumda şöyle bir cevap aldım: Özlem! “Hiçbirinin de anne babası ziyaretine gelmiyor. Özlemlerini böyle bastırıyorlar yani bir acıyı diğer bir acı ile bastırmaya çalışıyorlar” dedi. Duyduğum anda tüylerim ürperdi. Çocukları tek tek yanıma çağırdım. Onlara, ailelerini ne zamandır görmediklerini sordum ve sorduğum an ağlamaya başladılar. İşte o an anladım; bu çocukların yaşadığı gerçekten de özlemdi. Ailelerine ulaştım ve çocuklarınıziyaret etmelerini söyledim. İnanır mısınız, aileleri geldikten sonra çocuklar ile ilgili hiçbir şikayet duymadım”... Ne garip değil mi, bir acıyı diğer acıyla bastırmak!...
Her gittiğim yerde kurum müdürlerinden enteresan hikayeler dinledim. Beni en çok etkileyen hikaye şuydu: Cezaevi müdürümüz önceki cezaevinde yaşadıklarınıanlatıyor. Diyor ki, “Bir çocuk cezaevinde müdürüm. Çocuklar yaptıkları suça göre ayrı ayrı koğuşlardalar. Bir koğuştaki üç çocuk ile ilgili her gün vukuat haberi geliyor. Birisi kendisini kesiyor, diğeri camı kırıyor... Sonra ben bir psikolog arkadaşımdan yardım istedim. Onlarla konuşmalarını ve dertlerinin ne olduğunu öğrenmesini istedim. Tek tek hepsiyle görüşen psikologa, sorunlarının ne olduğunu sorduğumda şöyle bir cevap aldım: Özlem! “Hiçbirinin de anne babası ziyaretine gelmiyor. Özlemlerini böyle bastırıyorlar yani bir acıyı diğer bir acı ile bastırmaya çalışıyorlar” dedi. Duyduğum anda tüylerim ürperdi. Çocukları tek tek yanıma çağırdım. Onlara, ailelerini ne zamandır görmediklerini sordum ve sorduğum an ağlamaya başladılar. İşte o an anladım; bu çocukların yaşadığı gerçekten de özlemdi. Ailelerine ulaştım ve çocuklarınıziyaret etmelerini söyledim. İnanır mısınız, aileleri geldikten sonra çocuklar ile ilgili hiçbir şikayet duymadım”... Ne garip değil mi, bir acıyı diğer acıyla bastırmak!...
Bunun dışında tamamıyla farklı bir kategoriye alacağımız insanlar da var. İnsanlıktan zerre nasibini almamış,değil kendi vicdanı ile yüzleşmeyi aynaya bakabilecek kadar bile yüzü olmayan insanlar da var... Bunlardan birisini kimse unutmadı. Münevver cinayeti.... Ya da Ramazan Bayramı’nda şeker toplamaya çıkan çocuklara tecavüz eden insan diye nitelendiremeyeceğim sapık... Bunlar gibi insan da malesef çok günümüzde... Masumiyet kavramını bu gibi insanlardan tamamen uzak tuttuğumu özellikle belirtmek isterim...
Çocukluğumu özledim...
Evet, çocukluğumu özledim. Neden biliyor musunuz? Çünkü ben çocukken gece yarılarına kadar arkadaşlarımla oyunlar oynardım. Hiç korkmadan, sakınmadan gizli köşelere saklanır; saklambaç oynardım. Şeker bayramlarında şeker toplardım; komşularım ağabey, abla, teyze, amcaydı; korkmadım... İşte bu yüzden çok özledim... Mümkün mü şimdilerde sokaklarda çocukların özgürce koşabilmeleri, gizli köşelerde saklambaç oynayabilmeleri?... Bırakın çocukların dışarıda oyunlar oynamasını, artık aileler çocuklarını komşularına emanet etmeye bile korkar oldular. Böyle biz düzende yaşamaya çalışıyoruzve çocuklarımızı yaşatmaya çalışıyoruz böyle bir düzende...
Evet, çocukluğumu özledim. Neden biliyor musunuz? Çünkü ben çocukken gece yarılarına kadar arkadaşlarımla oyunlar oynardım. Hiç korkmadan, sakınmadan gizli köşelere saklanır; saklambaç oynardım. Şeker bayramlarında şeker toplardım; komşularım ağabey, abla, teyze, amcaydı; korkmadım... İşte bu yüzden çok özledim... Mümkün mü şimdilerde sokaklarda çocukların özgürce koşabilmeleri, gizli köşelerde saklambaç oynayabilmeleri?... Bırakın çocukların dışarıda oyunlar oynamasını, artık aileler çocuklarını komşularına emanet etmeye bile korkar oldular. Böyle biz düzende yaşamaya çalışıyoruzve çocuklarımızı yaşatmaya çalışıyoruz böyle bir düzende...
Herşey değişiyor, herşey demorize oluyor... Geriye sadece insan kalıyor, o da ya suça karışıyor ya da işine gücüne bakıyor. Bir kurum müdürü çok doğru bir şey söyledi: “Suçluları rehabilite etmek bizim görevimiz ama suç işlemeden önlemler alınmalı!” İşte tüm mesele bu; suçlu olmak ya da olmamak...
Haber: Sevil Yücel Çaylak
Yorumlar
Yorum Gönder