Tarihin İzleri eşliğinde Balkanlar turu ve Yunanistan

 Herkese merhaba.

8 günlük hızlı ama keyifli bir Balkanlar turunun detaylarını bloğumda da yazmak istedim. Böylece bana anı, sizlere de tavsiye niteliğinde bir gezi yazısı olacağını düşünüyorum.

Aslında 8 günlük bir gezi ama aylar öncesinden başladı telaşımız. Turla gitmeye karar verdiğimizde mayıs sonuydu. Önce pasaportlarımızı çıkarttırdık. O uzun süren bir işlem değil, iki gün içinde adresinize gönderiyorlar. Asıl bizi zorlayan vize oldu. Balkanlar vize istemiyor, otobüsle gideceğimiz için Yunanistan’dan geçiyoruz ve Yunanistan için vize de hiç kolay çıkmıyor. Özellikle bu sene çoğu ülkenin vize konusunda sıkıntılı olduğunu haberlerde duyuyorduk ancak aylarca bekleyeceğimizi hiç tahmin etmemiştik. Ağustos ayından gideceğimiz haftaya kadar uzun süre vize işlemleri ve gelişmeler için bekledik. Sonunda beklenen vize çıktı ancak ailemin bir kısmına vize çıkmadığı için sevinmek ve üzgün olmak arasında, arafta kaldığım bir gezi başladı.

Turla ilgili bilgi vermek istemiyorum çünkü memnun kaldığımı söyleyemeyeceğim. Aylarca beklediğimiz vizede bence sınıfta kalmışlardı ama yolculuk esnasında da neredeyse körüklü bir otobüsle yola çıkıyor olmamız firmaya olan güvenimizi sarstı. Endişeli yolculuğumuz İstanbul Silivri’de otobüsümüzün bozulması ve saatlerce yeni otobüs beklememiz nedeniyle daha da sinir bozucu bir hal aldı. Biz yine de bu yaşanan aksilikleri düşünerek geziyi kendimize zehir etmek yerine keyif almak için elimizden geleni yaptık ve yolculuğumuz yeni otobüsle başladı.

Gümrük işlemlerinin ardından ilk durak Yunanistan’ın meşhur şehirlerinden Kavala idi. Kavala merkeze gelmeden önce meşhur Kavala kurabiyesinin yapım yerine uğrayıp bu lezzeti tatma şansı yakaladık. Sonra güzel bir Kavala turu ve Selanik’e doğru sağanak yağış eşliğinde yolculuk yaptık. Otelimize geçtik ve uzun saatler süren yolculuğun dinlenme kısmına geçmiş olduk. Selanik çok güzel sahil kasabası. Ve tabi ki Atamızın doğduğu evi ziyaret ettik. Doğduğu odayı, yaşadığı evi görünce o sarı saçlı, mavi gözlü çocuğu düşünmek paha biçilmez oluyor.



Sahil gezintimizin ardından diğer ülke Makedonya’ya geçtik ve başkent Üsküp’e vardık. Ve meşhur tatlı lezzet triliçeyi de tarih kokan Üsküp’ün sokaklarında tatmış olduk. Yine şehrin meşhur Üsküp köftesini yedikten sonra, Boşnak kahvesini de içip Makedonya’nın incisi Ohrid’deki otelimize geçtik. Makedonların “Tanrı cenneti yaratırken bir damlasını yeryüzüne yani buraya düşürmüş olmalı” dediği Ohrid gerçekten cennetten bir köşe gibiydi. Bir çılgınlık yapıp gecenin ilerleyen saatlerinde gölde yüzme şansı da yakalayıp hayatımızın en güzel anlarından birini yaşadık. Otelde dinlendikten sonra ertesi gün Ohrid tekne turu yaptık. İncinin diyarı Ohrid her insanın görmesi gereken muazzam yerlerden biriydi. En çok aklımda kalan yerlerden birisi oldu.


Üsküp’ün ardından Arnavutluk’a giriş yaptık. Elbasan ve Tiran panoromik turla geçildiği için bu ülke ile ilgili çok akılda kalıcı bir anımız olmadı maalesef. İşkodra şehrinde otelimize geçip çok yorucu günü burada bitirdik.

İşkodra’nın panoromik turunun devamında bir diğer ülkenin gümrük işleri ile birlikte Karadağ’ın Budva bölgesinden geçtik. Turumuzda burası sadece panoramik geziye dâhildi. Ada şehrini panoramik görmek de güzeldi ama yakından görmeyi de çok isterdim. Burada meşhur Stefi Stevan Adası’nı da görmüş olduk. Ada kısa ve dar bir geçitle karaya bağlantısı bulunan Adriyatik denizinin küçük bir adası. Ada halka açık değil. Sadece ada sakinleri, içinde olan otelin misafirleri ya da rehberle gelen ziyaretçilerin girişine açık. 15. yüzyılda korsanlardan korunmak için yapılmış. Çok önemli insanların çok yüksek fiyatlarla kaldığı söyleniyor. Herkesin girmesi de pek mümkün değilmiş.

 
Budva panoramik turundan sonra en sevdiğim yerlerden biri Karadağ’ın bir başka incisi, tarihin izleriyle dolu Kotor bölgesine geçtik. 6.yüzyıl mirası olan Kotor Kalesi’ni yerel rehbersiz gezemiyorsunuz. Old Town ve onu çevreleyen surlarla dolu Kotor kaleyle birleşince muazzam bir seyir sunuyor misafirlerine. Bir buçuk saat süren kalenin en yüksek tepesine 3000 basamak çıkmak isterseniz ücret ödüyormuşsunuz. Biz hızlı bir tur yaptığımız ve vaktimiz olmadığı için çıkmadık.

Kotor’dan sonra Hırvatistan’ın Orta Çağ’dan kalma tarihi eserleri ile meşhurşehri Dubrovnik’e feribotla geçtik. Ancak Hırvatlar neredeyse 3 saat gümrükte beklettiler. Şehir inanılmaz korunuyor, tarihinden ötürü. Turist girişi 6 bin kişiye ulaştığında kontrollü yavaş giriş uygulanıyormuş. 8 bini aştığında da turistlerin şehre girişini engelliyorlarmış. “Daha fazla turist, daha fazla gelir” anlayışından uzak tamamen tarihi dokuyu korumak için yapılan uygulama takdire şayan. Adriyatik Denizi sahilinde yer alan Dubrovnik’e saatlerce gümrükte bekleyince gece 11 gibi giriş yapabildik. Çok fazla da kalamadık. Gündüz görmeyi ve tekrar gitmeyi çok istediğim yerlerden biri oldu. Buram buram tarih kokuyor. Game of Thrones dizisi burada çekildiği için ayrıca turist akınına uğradığı da söyleniyor.

Dubrovnik’ten ayrılmayı pek istemesek de otelimize varmak için yola çıktık. Çok uzun ve yorucu bir gece oldu. Gecenin geç saatlerinde Bosna Hersek’teki otelimize giriş yaptık. Her otele girişimizde yattığımız yeri beğeniyorduk istisnasız çünkü çok yorgun oluyorsunuz. Oteller genel olarak ortalamanın üstündeydi. Sabah kalktığımızda Mostar şehrinin Neretva nehri üzerindeki Mostar köprüsünü görmek için çıktık yine yollara. Orijinal köprü Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1500lü yıllarda inşa edilmiş. 1993 yılında Boşnak- Hırvat savaşı sırasında Hırvat güçleri yıkıncaya dek 427 yıl kullanılmış. Köprüyü yıllar sonra 2004 yılında yeniden inşa edip hizmete açmışlar. UNESCO tarafından da kültürel miras ilan edilmiş. Evlenmek isteyen gençler kendini, belki de sevgisini ispatlamak için yıllardır 28 metre yüksekliğindeki köprüden soğuk sulara atlıyor. Bu artık şova dönüşmüş durumda. Bize de denk geldi atlayan gençler. Hatta şehirde geleneksel atlama yarışları da düzenleniyormuş. Ayrıca iki tarafında da kale olan köprü için cennet cehennemi gösteren köprü olduğu rivayet ediliyor.

Mostar köprüsünde tekne turu yaptıktan sonra Saray Bosna’ya geçtik. Şehrin içinden geçerken duvarlardaki kurşun izlerini gördüğünüzde çok etkileniyorsunuz. Şehri anlatan rehberimiz de gözleri dolu dolu anlattı tarihlerini. Sırplar ve Boşnakların yönettiği karma bir yönetim sistemleri var. İnsan sormadan edemiyor, nasıl birbirinize kin duymadan yaşayabiliyorsunuz diye. Tur rehberi bunun çok zor olduğunu ve mecbur olduklarını anlattı uzun uzun. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan Avusturya Arşidükü’nün suikasta uğradığı Latin Köprüsü de bu şehrin içinde. Şehirde meşhur Boşnak böreğini yiyip otelimize geçtik. Yine deliksiz uyuduğumuz bir gecenin sabahında Sırbistan’a  doğru yola çıktık. Belgrad Kalesi’ni dolaşıp son ülke Bulgaristan Sofya’yı ziyaret ettik. Burası Avrupa’nın en yavaş gelişen ülkelerinden birinin başkenti. Gelişme gösterememiş, pek de etkileyici bulmadığım bir şehir oldu.

Ve Türkiye topraklarına giriş. Bir başkadır benim memleketim sözünü en derinden hissettiğim an. İnsan gerçekten topraklarını öpmek istiyor. Nereye gidersem gideyim memleketime dönecek olmanın hazzı bambaşka. Coğrafya kaderdir belki ama başka ülkede yaşayamam diyerek yazımı sonlandırayım. Daha nice yurtdışı seyahatleri olmasını temenni ederek, tabi dönüş yine evim olsun.

Sevgilerimle.

Sevil

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar