Osmanlıdan günümüze bozulmamış tarihi dokusuyla Bursa Gezimiz

Selam ben geldim. 

Yine bir şehir ve yine anılar cepte Bursa… 

Ankara çıkışlı cuma gecesi başlayan turumuzun ilk durağı merkezdeki Ulu Camii oldu. Sabah ezanı ve deli gibi yağan yağmurla gezimiz başlamış oldu. Bursa ve tüm illerde yoğun hissedilen şiddetli yağış gezimiz boyunca nerdeyse hiç dinmedi. Ama ben yağmur seven biri olarak rahatsızlık duymadım. Aksine gittiğimiz yerlere başka bir güzellik kattığını düşünüyorum. Merkezde yağan şiddetli yağmur nedeniyle tur planında değişiklik oldu. Pazar günü gideceğimiz yerlerin çoğunu cumartesiye sığdırmış olduk. Ama gittiğimiz her yere de yağmuru götürdük. Cumartesi full yağışlı bir gezi oldu. Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan Ulu Cami, yapılış tarzı açısından Osmanlının özgün mimarilerinden biri. 


Bursa’nın da simgelerinden biri ve ülkedeki en büyük Ulu cami olan caminin ardından en çok merak ettiğim köylerden Cumalıkızık’a gitmek için yola çıktık. Bursa’nın Yıldırım ilçesine bağlı bir köy olan Cumalıkızık dizilere, fimlere de konu olmuş. Benim neslimin çok iyi bildiği Kınalı Kar da bu köyde çekilmiş. Uludağ’ın kuzey eteklerinde kurulmuş, halen yaşayan beş Kızık köyünden biridir. Tarihi dokunun çok iyi korunduğu, Osmanlı erken döneminin kırsal kesim sivil mimari örneklerinin günümüze taşındığı bir köy. Adı aslında Camilikızık imiş, ancak camisi olmayan köyler Cuma namazını kılmak için geldiğinden adı Cumakızık’a dönüşmüş. Köyün dokusu harika. Taşlı yollar, çiçekli rengarenk evler insanı büyülüyor. 700 yıllık Osmanlı mimarisini bozmadan günümüze taşıyan Cumalıkızık, yağmura rağmen görmekten mutlu olduğum yerlerden biri oldu. Gitmeden önce not aldığım “Cin Aralığı” sokağını da görmüş oldum. 








Hikayeye göre Kurtuluş Savaşı yıllarında Yunan askerleri tüm köylüyü camiye toplayıp yakmak ister. Köylüler bir şekilde kaçıp o dar sokaktan geçerler. Yunan askerleri peşlerine düşer, ancak “bu sokaktan geçse geçse cin geçer” deyip sokağı es geçer. O günden sonra da bu dar sokağın adı “cin aralığı” olur. 

Sonraki durak yine şiddetli yağışla birlikte İznik oldu. Çinileriyle meşhur İznik, Osmanlı döneminde sanat, ticaret ve kültür merkezi olarak önemli bir konumdaydı. Birçok tasavvufun da zamanında yaşadığı İznik’te Osmanlının ilk cami, medrese ve imareti de bulunuyor. Sadece Osmanlı için değil Hristiyanlar için de önemli bir yer. Hristiyanlığın ilk evrensel konsilinin(kurul) toplandığı ve bu din için önemli kararların alındığı mevki. Bu mevkinin de İznik’teki Ayasofya Camii olduğu söylenir. 














İznik gölünü ve tarihini keşfettikten sonra akşam yemeği için Uluabat Gölü kıyısındaki Gölyazı mahallesine geçiş yaptık. Bursa’nın en zengin antik yerleşim yerlerinden biri olan Gölyazı, Avrupa’nın en güzel 30 kasabasından biri listesine de girmiş. 

En çok beğendiğim ve daha çok kalmak istediğim mahallelerden birisi oldu. Bir diğer adı eski çağların ışık tanrısı “Apollonia” olan Gölyazı diğer yerler gibi tarihi sokakları ile dikkat çekiyor. Merkezde bulunan Ağlayan Çınar’ın da acıklı bir hikayesi var. 

Efsaneye göre; Mübadele sırasında 1923 yılında Rumlarla Türklerin bir arada yaşadığı yıllarda, Gölyazı'da, Türk oğlu Mehmet ile Rum kızı Eleni birbirlerini sevmektedir. Kurtuluş Savaşı'nın ardından Yunanistan ve Türkiye arasında kabul edilen mübadele anlaşması sebebiyle Rum aileler hazırlıklarını yapar ve yavaş yavaş köyü terk etmeye başlar. Rumların köyden gittiğini gören Mehmet, kalabalığın içinde sevgilisi Eleni'yi aramaya başlar. Bu sırada, Eleni'nin büyük ağabeyi Yorgi, Mehmet'in yolunu kesip artık düşman olduklarını ve sevdasından vazgeçmesi gerektiğini söyler. 

Aralarında çıkan tartışmada Yorgi hançerini çekerek Mehmet'e saplar. Aldığı yarayla acılar içerisinde kıvranan Mehmet, son bir gayretle Eleni'yle gizli gizli buluştuğu ulu çınarın oyuğuna kadar gelir. Konvoy ilerlerken olayı öğrenen Eleni, doğruca sevdiğine koşar. Ancak, çınarın oyuğuna geldiğinde Mehmet'i kanlar içerisinde yatarken bulur. Daha sonra belinden çözdüğü kuşağının bir ucunu çınarın dalına diğer ucunu da boynuna geçirerek orada canına kıyar. Efsane odur ki; ulu çınar bu olayın ardından, kovuğunun içinde kanlı gözyaşları dökmeye başlar. Aynı zamanda bahar aylarında ağlamaya başladığı, göldeki su seviyesi yükselince ağacın öz suyunun da arttığı ve çeşitli yerlerinden kırmızı sular aktığını söyleniyor.

Cumartesi gününün son durağı Trilye oldu. Bursa’nın Mudanya ilçesine bağlı Trilye, Marmara denizine bağlı bir sahil kasabası. Trilye Rumca üç papaz anlamına geliyor. Söylentiye göre İznik’ten göçmüş üç papazın bulduğu bir isim. Keşfedilmemiş, bakir yerlerden birisi. Sahilinde çalışmalar vardı, bittiğinde daha güzel bir sahile kavuşacağına eminim. Sahil kenarındaki balıkçı restoranları, renkli kapıları, taş mektebi ve hayalet eviyle turistleri çekiyor. Taş Mektep, bölgedeki Rum nüfusunun azalmasının ardından yetim ve öksüz çocukların eğitimi için açılmış. Şuan kapalı, biz içine giremedik. Mahallede bir de 200 yıllık, eskimiş, içinde kimsenin yaşamadığı Tabut Ev var. Eskiden Rumların tabuthane olarak kullandığı söyleniyor. Daha buna benzer birçok eski yapı mahallenin turist çekmesinin nedenlerinden. 













Zeytiniyle meşhur Trilye’den sonra otelimize geçtik. Otel işlek bir caddeye yakın olduğu için akşam otelden çıkıp Bursa’ya özgü tatları denedik. Tahinli pide ve cantık en favori lezzetlerimiz oldu. Bursa’ya gitmeden önce neler yenileceğine dair güzel bir liste yapmıştım. Süt helvası, Kozahan’da közde kahve ve pideli köfte gibi birçok lezzetini tatma şansı yakaladık. 


Pazar günü Bursa’nın merkezinde camileri ve hanları dolaştık. Gezimiz bununla sonlandı. Yorucu ama tadında, güzel anılarla döndüğümüz bir gezi oldu. 

Yine yeniden Yeni yerler keşfetme ümidiyle… 
Hoşça kalın…

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar