Kanayan Yara Kadın Cinayetleri
Son yıllarda aile içi şiddetin hızla
artış göstermesi, toplum huzurunu bozduğu gibi kişilerin devlete olan güvenini
de sarsıyor. Gördüğü şiddet karşısında sessiz kalmayıp devletten korunma talebi
isteyen kadın, isyanına cevap bulamayınca ya kocasından dayak yiyor ya da
kocası tarafından vahşice öldürülüyor.
Paşalı cinayeti
ders olmadı
Yaşanan onca kadın cinayetlerinin kırılma noktası belki de Ayşe Paşalı cinayetiydi. Geçtiğimiz yıl Paşalı, eşi tarafından dövülmüş ve ardından tecavüz edilmişti. ‘Cinsel saldırı’ suçundan mahkemeye çıkarılan eşi İstikbal Yetkin, eşini çok sevdiğini ve pişman olduğunu söyleyince tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Ardından çift boşandı; fakat Yetkin, Paşalı’nın peşini bırakmadı. Barışmak istediğini söyleyen ve “Barışmazsan, seni öldürürüm” diye tehdit eden Yetkin yüzünden Paşalı, tekrar savcılığa suç duyurusunda bulundu ve “Hepimizin hayatı tehlikede” diyerek dilekçe verdi. Yetkin’i gözaltına almayan savcılık, Paşalı’yı da sadece polis otosu ile evine bıraktı. Koruma talebinde bulunan Paşalı’nın bu talebi de reddedildi. Ve beklenen son geldi:Paşalı eşi tarafından ‘vahşice’ 10 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Paşalı’nın ölümünden sonra dava sonuçlandı ve Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Paşalı’nın eşine müebbet hapis cezası verildi. Alınan ceza, diğer kadınlar için bir dönüm noktasıydı; ama yaşanan bu olay kadın cinayetlerinin önüne geçemedi.
Yaşanan onca kadın cinayetlerinin kırılma noktası belki de Ayşe Paşalı cinayetiydi. Geçtiğimiz yıl Paşalı, eşi tarafından dövülmüş ve ardından tecavüz edilmişti. ‘Cinsel saldırı’ suçundan mahkemeye çıkarılan eşi İstikbal Yetkin, eşini çok sevdiğini ve pişman olduğunu söyleyince tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Ardından çift boşandı; fakat Yetkin, Paşalı’nın peşini bırakmadı. Barışmak istediğini söyleyen ve “Barışmazsan, seni öldürürüm” diye tehdit eden Yetkin yüzünden Paşalı, tekrar savcılığa suç duyurusunda bulundu ve “Hepimizin hayatı tehlikede” diyerek dilekçe verdi. Yetkin’i gözaltına almayan savcılık, Paşalı’yı da sadece polis otosu ile evine bıraktı. Koruma talebinde bulunan Paşalı’nın bu talebi de reddedildi. Ve beklenen son geldi:Paşalı eşi tarafından ‘vahşice’ 10 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Paşalı’nın ölümünden sonra dava sonuçlandı ve Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Paşalı’nın eşine müebbet hapis cezası verildi. Alınan ceza, diğer kadınlar için bir dönüm noktasıydı; ama yaşanan bu olay kadın cinayetlerinin önüne geçemedi.
Şiddetin nedenleri...
Ataerkil toplumun getirdiği, “Erkektir, yapar!” düşüncesi malesef halen var ve şiddetin bu denli artmasının öncelikli nedeni bu değişmeyen düşünce. Çocukluğundan gençliğine kadar erkeklerin el üstünde tutulması ve her zaman kadından üstünmüş gibi gösterilmesi cinayetlerin sayısının artmasında birinci neden olarak gösteriliyor.
Ataerkil toplumun getirdiği, “Erkektir, yapar!” düşüncesi malesef halen var ve şiddetin bu denli artmasının öncelikli nedeni bu değişmeyen düşünce. Çocukluğundan gençliğine kadar erkeklerin el üstünde tutulması ve her zaman kadından üstünmüş gibi gösterilmesi cinayetlerin sayısının artmasında birinci neden olarak gösteriliyor.
Erkeklerin eşlerine ya da sevdiklerine
şiddet uygulamalarının altında en çok aşırı kıskançlık yatıyor. Sürekli eşini
kaybetme korkusu yaşayan erkekler, bu korkudan dolayı kadının davranışlarını
kontrol etmeye ve eşine/sevgilisine tamamıyla egemen olmaya çalışıyor. Bu
isteği yerine gelmeyince de şiddeti çıkar yol olarak görüyor. İşlenen
cinayetlere ya da kadına şiddet olaylarına da baktığınızda şiddete maruz kalan
ya da öldürülen kadınların birçoğunun boşanma arifesinde olduğunu görmemiz
mümkün. Bu da gösteriyor ki; kaybetme korkusu erkeği iyice vahşileştiriyor.
Bunun
dışında birçok neden sıralayabiliriz:
*Erkeklerin başarısız olduğunda, başarısızlığının sorumlusunu eşi olarak görmesi
*Eşler arasında yaşanan cinsel sorunlar
*Farklı ırk ya da mezheplerden biriyle evlenmenin sonucunda yaşanan kültürel çatışmalar
*Maddi sıkıntılar yüzünden yaşanan stres ve gerilimler
*Eşinin kendisini aldattığını düşünen erkeğin şiddet eğilimli hareketleri...
*Erkeklerin başarısız olduğunda, başarısızlığının sorumlusunu eşi olarak görmesi
*Eşler arasında yaşanan cinsel sorunlar
*Farklı ırk ya da mezheplerden biriyle evlenmenin sonucunda yaşanan kültürel çatışmalar
*Maddi sıkıntılar yüzünden yaşanan stres ve gerilimler
*Eşinin kendisini aldattığını düşünen erkeğin şiddet eğilimli hareketleri...
Cinayetlerde
basının rolü
Yaşanan kadın cinayetlerinde basının rolü de büyük. Medya, kadın cinayetlerini haber yaparken daha dikkatli olmalı ve cümlelerini özenle seçmelidir. Habertürk’ün 7 Ekim 2011 günü yayınladığı gazetenin manşetinde kanımızı donduran bir fotoğraf vardı. Birçok kişi bu fotoğrafı gördüğünde eleştirmiş, gazetede böyle bir fotoğraf kullanılmasının doğru olmadığını söylemişti. Gazetenin yazarı Fatih Altaylı ise, ‘Rahatsız oldunuz değil mi?’ adlı köşe yazısında eleştiri oklarına cevap vermişti. “Kadına şiddet budur. Morarmış bir göz değil, sırta saplanmış bıçaktır” diyordu, Altaylı yazısında. Evet, belki doğru; Türk milletinin gözüne birşeylerin sokulması gerekiyor; ama bu, böyle olmamalıydı...
Yaşanan kadın cinayetlerinde basının rolü de büyük. Medya, kadın cinayetlerini haber yaparken daha dikkatli olmalı ve cümlelerini özenle seçmelidir. Habertürk’ün 7 Ekim 2011 günü yayınladığı gazetenin manşetinde kanımızı donduran bir fotoğraf vardı. Birçok kişi bu fotoğrafı gördüğünde eleştirmiş, gazetede böyle bir fotoğraf kullanılmasının doğru olmadığını söylemişti. Gazetenin yazarı Fatih Altaylı ise, ‘Rahatsız oldunuz değil mi?’ adlı köşe yazısında eleştiri oklarına cevap vermişti. “Kadına şiddet budur. Morarmış bir göz değil, sırta saplanmış bıçaktır” diyordu, Altaylı yazısında. Evet, belki doğru; Türk milletinin gözüne birşeylerin sokulması gerekiyor; ama bu, böyle olmamalıydı...
Yapılan son
araştırmalar
Adalet Bakanlığı ve ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ raporuna göre
Türkiye’de 2002- 2011 yılları arasında 4 bin 410 kadın katledilmiş. Bu sayının
bir kısmını namus cinayetleri oluşturuyor. Türkiye’de Kadına Yönelik Aile içi
Şiddet Araştırması verilerine göre de her 100 kadından 15’i cinsel şiddete, 10
kadından 4’ü eşi ya da birlikte olduğu kişiler tarafından fiziksel şiddete,
kadınların yüzde 44’ü duygusal şiddete, yüzde 23’ü birlikte olduğu kişi ya da
kişilerin ekonomik şiddetine maruz kalıyor. Araştırmanın sonuçlarında en ilginç
detay ise kadınların büyük çoğunluğu gördükleri şiddetin ardından hiçbir kuruma
şikayette bulunmamış. Bunun nedeni olarak da korku görülüyor.
‘Kadına şiddet’ konusu söylediğimiz gibi kanayan yara; ama bu konuda bilinçli çalışmalar yürüterek cinayetlerin sayısının azalması için çabalayan birçok kadın kuruluşları ve sosyal sorumluluk kampanyaları mevcut. Biz de Girişimci Kadın dergisi olarak kampanyaları yürüten kişiler ile ‘kadın cinayetleri’ hakkında söyleşi gerçekleştirdik. İşte detaylar...
‘Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız’ Platformu: Devletin, hükümetin tüm kurumlarıyla topyekün bir mücadaleye kalkışması lazım ‘Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız’ kampanyası nasıl başladı?
İstanbul’da çeşitli feminist gruplar ve bağımsız feministler ‘İstanbul Feminist Kolektif’ adı altında erkek egemenliğine karşı kimi sorunlar etrafında ve kimi talepler için birlikte hareket ediyoruz. Bu gruplar, uzun yıllardır kadına yönelik erkek şiddetiyle de mücadele ediyor. 14 Şubat 2010 tarihindan itibaren ise ‘Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız’ kampanyası başlattık. Kadın cinayetlerine karşı kampanya çalışmalarını bağımsız feminist kadınların yanı sıra; Amargi, Filmmor, Kadav, Kadının İnsan Hakları, Mor Çatı ve Sosyalist Feminist Kolektif’ten kadınlar olarak birlikte yürütüyoruz.
Türkiye’deki kadın cinayetlerinin sayısının artmasındaki nedenler nelerdir?
2009 yılında Adalet Bakanlığı’nca yapılan bir açıklamaya göre Türkiye’de kadın cinayetleri 7 yılda yüzde bin 400 oranında arttı. Bu artışın kadınlarla ilgili önemli yasal değişikliğin yapıldığı yıllarda olması çok çarpıcı. Bilindiği gibi Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun bu yıllar içinde yürürlüğe girdi.
Kadın cinayetlerinin artmasının tek bir nedeni olduğunu söyleyemeyiz. Bunlardan en önemli olanları sıralarsak;
* Son yıllarda kadınların biraz daha güçlenmeleri, kendi haklarının farkına varmaları ve erkek egemenliğine ‘hayır’ dediklerini görüyoruz. Kadınların istemedikleri evlilikleri reddetmeleri ve boşanma oranlarının artması da bunun sonucu. Öldürülen kadınların büyük çoğunluğunun boşanma arifesinde, dava sürerken veya sonrasında olmaları bir tesadüf değil. Kadınların güçlenmeleri ile güçlenen kadınları ‘koruyan’ mekanizmaların zayıflığı arasındaki açı farkı, kadınların ölümüne neden olabiliyor. Bugün, Türkiye’de sığınak sayısının hala 70 civarında olması buna iyi bir örnek.
‘Kadına şiddet’ konusu söylediğimiz gibi kanayan yara; ama bu konuda bilinçli çalışmalar yürüterek cinayetlerin sayısının azalması için çabalayan birçok kadın kuruluşları ve sosyal sorumluluk kampanyaları mevcut. Biz de Girişimci Kadın dergisi olarak kampanyaları yürüten kişiler ile ‘kadın cinayetleri’ hakkında söyleşi gerçekleştirdik. İşte detaylar...
‘Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız’ Platformu: Devletin, hükümetin tüm kurumlarıyla topyekün bir mücadaleye kalkışması lazım ‘Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız’ kampanyası nasıl başladı?
İstanbul’da çeşitli feminist gruplar ve bağımsız feministler ‘İstanbul Feminist Kolektif’ adı altında erkek egemenliğine karşı kimi sorunlar etrafında ve kimi talepler için birlikte hareket ediyoruz. Bu gruplar, uzun yıllardır kadına yönelik erkek şiddetiyle de mücadele ediyor. 14 Şubat 2010 tarihindan itibaren ise ‘Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız’ kampanyası başlattık. Kadın cinayetlerine karşı kampanya çalışmalarını bağımsız feminist kadınların yanı sıra; Amargi, Filmmor, Kadav, Kadının İnsan Hakları, Mor Çatı ve Sosyalist Feminist Kolektif’ten kadınlar olarak birlikte yürütüyoruz.
Türkiye’deki kadın cinayetlerinin sayısının artmasındaki nedenler nelerdir?
2009 yılında Adalet Bakanlığı’nca yapılan bir açıklamaya göre Türkiye’de kadın cinayetleri 7 yılda yüzde bin 400 oranında arttı. Bu artışın kadınlarla ilgili önemli yasal değişikliğin yapıldığı yıllarda olması çok çarpıcı. Bilindiği gibi Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun bu yıllar içinde yürürlüğe girdi.
Kadın cinayetlerinin artmasının tek bir nedeni olduğunu söyleyemeyiz. Bunlardan en önemli olanları sıralarsak;
* Son yıllarda kadınların biraz daha güçlenmeleri, kendi haklarının farkına varmaları ve erkek egemenliğine ‘hayır’ dediklerini görüyoruz. Kadınların istemedikleri evlilikleri reddetmeleri ve boşanma oranlarının artması da bunun sonucu. Öldürülen kadınların büyük çoğunluğunun boşanma arifesinde, dava sürerken veya sonrasında olmaları bir tesadüf değil. Kadınların güçlenmeleri ile güçlenen kadınları ‘koruyan’ mekanizmaların zayıflığı arasındaki açı farkı, kadınların ölümüne neden olabiliyor. Bugün, Türkiye’de sığınak sayısının hala 70 civarında olması buna iyi bir örnek.
*Erkeklerin kadınlar üzerinde denetim ve
egemenliğini kaybetmeleri dolayısıyla şiddete daha çok başvurmaları. Kadınların
güçlenmeleri ile iktidar mekanizmalarının hala kadınları aile içinde
görevleriyle tanımlıyor olması ve kadınları aile içindeki rollere hapsetmesi
arasındaki gerilim de kadınlar aleyhine bir sonuç doğurabiliyor. Yine iktidar mekanizmaları tarafından hatta
bizzat Başbakan tarafından dile getirilen kadınların erkeklerle eşit
olamayacağı zihniyeti de kadınların üzerindeki erkek denetiminden kaynaklanan
erkek şiddetini meşru kılıyor.
Kadın cinayetlerinin önlenmesi için neler yapılabilir?
Devletin, hükümetin tüm kurumlarıyla topyekün bir mücadaleye kalkışması lazım. Sadece yasal alandaki değişiklikler değil; hukukun uygulanması, hakimden savcıya, polisten kadın sığınaklarına kadar tüm ilgili kurumların, kadın cinayetlerinde sorumluluğu olduğu bilinciyle yola çıkılmalı. Kadınlar aile içinde değil; bağımsız bireyler olarak tanınmadıkça bu şiddet devam edecektir. Kadın cinayetlerinin çözümünü erkekleri tedavi etmekte aramayıp bunun sistematik sebebi; yani erkek egemen sistem görülmelidir.
Kadın cinayetlerinde basının rolü ne olmalıdır?
Kadın örgütlerinin eylemleri ve kampanyalarının etkisiyle medyanın kadın cinayetlerine bakışı değişti. Medyanın son dönemde haberleri veriş tarzında bir iyileşmeden söz edilebilir. "Kızgın eş, karısını öldürdü" ya da "Çılgın aşık, sevgilisini bıçakladı" yerine, "Yine, bir kadın cinayeti" yazılıyor artık. Töre cinayeti yerine, ‘kadın cinayeti’ tanımıyla haber yapılıyor . Cinayetlerde kurumların görev ihmalleri, örneğin; savcının koruma kararı vermemesi haberde yer buluyor. Bu önemli bir gelişme; çünkü biz kadın cinayetlerinin ırk, yaş, meslek farkı gözetmediğini ve tüm Türkiye’de yaşandığını söylüyoruz. Ancak bununla birlikte kadınlar sürekli olarak mağdurlaştırılıyor. Haberlerin veriliş tarzında bunun önlenmesi, kadınlara çaresizlik hissinin verilmemesi gerekiyor.
Sosyalist Kadın Meclisleri: Cinayetler toplumsal bir soruna dönüşmüştür; sistematiktir
Türkiye’de artan kadın cinayetleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM) sözcüsü Birsen Kaya: Tüm dünyada kadına yönelik şiddet ortalama olarak yüzde 10 oranında artmış durumda. Ancak Türkiye'de bu yüzdenin son yedi yıl itibariyle bin 400 olduğunu görüyoruz. Her gün öldürülen kadınlarla insanlık vicdanını, aklını, geleceğini yitiriyor. Biz kadın örgütleri ve insanlık artık bu vahşete bir cinsin başka bir cinse uyguladığı kıyıma sessiz kalamayız. Her gün kadınlar en acımasız şekilde öldürülüyor. Artık görülmelidir ki ülkemizin en acil politik konuları arasındadır, bu cinsiyetçi kıyım. Devlet, yargı, erkek koalisyonu bu kanlı tablonun esas sorumlularıdır. Kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyet ayrımına dayanan ataerkil toplumsal ilişkileri yeniden üreten sistemin araçlarından, yöntemlerinden biridir. Bunun içindir ki ısrarla kadın cinayetlerini bireysel bir sorun olarak görüp, özel alana hapsetmeye çalışır, erkek egemen toplum düzeni. Her şeyden önce kadın cinayetlerinin politik olduğunun altını kalınca çizmek gerekir. Bu, devlete birincil derecede sorumluluk yüklediği için önemlidir.
Kadın cinayetlerinin önlenmesi için neler yapılabilir?
Devletin, hükümetin tüm kurumlarıyla topyekün bir mücadaleye kalkışması lazım. Sadece yasal alandaki değişiklikler değil; hukukun uygulanması, hakimden savcıya, polisten kadın sığınaklarına kadar tüm ilgili kurumların, kadın cinayetlerinde sorumluluğu olduğu bilinciyle yola çıkılmalı. Kadınlar aile içinde değil; bağımsız bireyler olarak tanınmadıkça bu şiddet devam edecektir. Kadın cinayetlerinin çözümünü erkekleri tedavi etmekte aramayıp bunun sistematik sebebi; yani erkek egemen sistem görülmelidir.
Kadın cinayetlerinde basının rolü ne olmalıdır?
Kadın örgütlerinin eylemleri ve kampanyalarının etkisiyle medyanın kadın cinayetlerine bakışı değişti. Medyanın son dönemde haberleri veriş tarzında bir iyileşmeden söz edilebilir. "Kızgın eş, karısını öldürdü" ya da "Çılgın aşık, sevgilisini bıçakladı" yerine, "Yine, bir kadın cinayeti" yazılıyor artık. Töre cinayeti yerine, ‘kadın cinayeti’ tanımıyla haber yapılıyor . Cinayetlerde kurumların görev ihmalleri, örneğin; savcının koruma kararı vermemesi haberde yer buluyor. Bu önemli bir gelişme; çünkü biz kadın cinayetlerinin ırk, yaş, meslek farkı gözetmediğini ve tüm Türkiye’de yaşandığını söylüyoruz. Ancak bununla birlikte kadınlar sürekli olarak mağdurlaştırılıyor. Haberlerin veriliş tarzında bunun önlenmesi, kadınlara çaresizlik hissinin verilmemesi gerekiyor.
Sosyalist Kadın Meclisleri: Cinayetler toplumsal bir soruna dönüşmüştür; sistematiktir
Türkiye’de artan kadın cinayetleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sosyalist Kadın Meclisleri (SKM) sözcüsü Birsen Kaya: Tüm dünyada kadına yönelik şiddet ortalama olarak yüzde 10 oranında artmış durumda. Ancak Türkiye'de bu yüzdenin son yedi yıl itibariyle bin 400 olduğunu görüyoruz. Her gün öldürülen kadınlarla insanlık vicdanını, aklını, geleceğini yitiriyor. Biz kadın örgütleri ve insanlık artık bu vahşete bir cinsin başka bir cinse uyguladığı kıyıma sessiz kalamayız. Her gün kadınlar en acımasız şekilde öldürülüyor. Artık görülmelidir ki ülkemizin en acil politik konuları arasındadır, bu cinsiyetçi kıyım. Devlet, yargı, erkek koalisyonu bu kanlı tablonun esas sorumlularıdır. Kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyet ayrımına dayanan ataerkil toplumsal ilişkileri yeniden üreten sistemin araçlarından, yöntemlerinden biridir. Bunun içindir ki ısrarla kadın cinayetlerini bireysel bir sorun olarak görüp, özel alana hapsetmeye çalışır, erkek egemen toplum düzeni. Her şeyden önce kadın cinayetlerinin politik olduğunun altını kalınca çizmek gerekir. Bu, devlete birincil derecede sorumluluk yüklediği için önemlidir.
AKP Hükümeti, seçime az bir zaman kala,
yangından mal kaçırırcasına meclisten geçirdiği Kanun Hükmünde Kararname ile
Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlığı kapatıp yerine Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı’nı kurdu. Böylece adında “kadın” kelimesi geçen tek bakanlık, AKP’nin
hışmına uğradı. Kadın Statüsü ile Aile ve Toplum Hizmetleri de; genel müdürlük
düzeyinde oluşturulan bu bakanlığa bağlandı. Bir tarafta erkek kadının hayatına
yönelirken, diğer taraftan devlet de kadının adını silerek erkek egemen
toplumsal, devletsel yapıyı güçlendirmektedir. Biz SKM olarak, kadına dönük
şiddet ve kadın cinayetlerine karşı
politik mücadeleyi hem ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız’ platformunda hem
de bağımsız olarak sokaklarda, mahkeme kapılarında sürdürüyoruz. Cinayetler,
toplumsal bir soruna dönüşmüştür; sistematiktir. Salt erkeğin bireysel eylemi
olarak tanımlanamaz; erkek egemen sistemin sonuçları arasındadır. Örnek, TCK'da
yer alan “haksız tahrik indirimi” erkeğin şiddetini caydıran değil; teşvik eden
bir maddedir. İyi hal indirimi de bu kapsamdadır. Yargı kararları buna örnektir.
Politiktir. Kadın cinsine yönelen bir kırımdır. Devlet bu cinayetler karşısında
sorumluluk almalıdır.
Peki, sizce bu
cinayetlerin altında yatan nedenler nelerdir?
B. K. : Dünyanın yarısını oluşturan biz kadınlar, erkek cinsinin ve erkek egemenliğinin şiddeti altında yaşamaya mahkum ediliyoruz. ŞİDDET; cinsiyetçi ataerkil egemenliğin koruyucusudur. Erkek cinsin ekonomik üstünlüğüyle mülkiyet sahipliğiyle kadının köleleştirildiğini biliyoruz. Şiddet, bu durumun devam etmesi için sistematik olarak erkek cinsin kadın cinse uyguladığı baskıdır. Erkek egemen sistemin en acımasız yüzüdür. Şiddet; kadınla erkek arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinin tarihsel göstergesidir. Erkeğin egemenlik aracıdır. Cinsiyetçi sistemin yapısal sorunudur. Ancak Türkiye'de kadınlar arasında demokratik cins bilincinde bir gelişme var: Kadınlar yaşamlarından memnun değiller. Geçmişten farklı olarak artık itiraz ediyorlar. Bağımsız bir birey, insan olarak tanımlanmak istiyorlar ve haklarının olduğunun bilincini her geçen gün daha fazla kazanıyorlar. Toplumsal kadınlık rollerini reddediyorlar. Mutsuz evliliklere hapsolmak istemiyorlar. Toplumu henüz değiştiremeseler de en azından kendi hayatlarını değiştirmek istiyorlar. Erkek şiddeti, tam da bu değişim isteğini boğmaya yöneliktir. Katledilen kadınların bir kısmı aile töresine uymadıkları, bir kısmı boşanmak istedikleri için öldürülüyor. Erkek şiddetini destekleyen devlet de ailenin mevcut durumunu korumaya çalışıyor. Kadınları katleden ‘aile reisleri’ ile mahkeme reisleri arasında oluşan kutsal ittifak, statükoyu korumayı hedefleyen gerici bir ittifaktır. Kadını boğan ve isyan ettiren bu koşulları değiştirme amaçlı mücadelesini “kadının görünmez isyanı” olarak tanımlıyoruz. Amacımız, bu isyanı görünür kılmak ve toplumsal bir harekete dönüştürmektir.
Sosyalist Kadın Meclisleri olarak kadın cinayetlerini önlemek için neler yapıyorsunuz?
B. K. : Toplumsal cinsiyetçiliğe karşı, toplumsal eşitliğin, özgürlüğün, adaletin sağlanması öncelikli hedefimizdir. Kadınlar olarak da eşitlik ve adalet sağlanana, cins ayrımcılığı ortadan kalkana kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz,. SKM olarak 4 aya yakındır, 'Ses ver şiddeti durdur', 'Şiddete karşı 1 milyon imza' kampanyası başlattık. Tüm kentlerin meydanlarında kadın ve erkek ESP’liler olarak bir arada çalıştık. Mahalle ve ilçelerde ‘erkek atölyeleri’ kurarak kadına yönelik şiddeti erkeklere tartıştırdık. Erkek arkadaşlarımız kahvelerde erkeklere çağrı konuşmaları yaparak imza topladılar. Yine, imza standlarında tanıştığımız pek çok kadın, yaşadıkları şiddet olaylarını dile getirdiler, onlara yardımcı olmak için çalışmalar yürüttük. Şiddete uğrayan kadınların güvenli biçimde barınabilecekleri Kadın Dayanışma Evleri'nin kurulması için bir imza kampanyası yürüttük. Bu imzalarla birlikte İstanbul'da Esenler, Maltepe ve Tuzla Belediyelerine başvurular yaptık. Aynı zamanda bu kampanyayı diğer illerdeki belediyelere de taşıdık.
‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız’ Platformu: Devlet bize, bizim için çalışacak bir bakanlık borçlu
Kadın cinayetlerinin artmasını neye bağlıyorsunuz?
Berna Görgülü: Aslında bizi ölüme götüren bu yolda öylesine affedilmez taşlar döşeli ki... Erkekler öldürüyor. Bu, yüzyıllardır böyle. Biz hep kadın cinayetlerinin politik olduğunu vurguluyoruz. Siyasetin, politikanın olumsuzlandığı bir ülkede yaşayanlar olarak bunu açmak zorundayız. Politiktir; yani bu şiddet sistematiktir. Bir sisteme bağlıdır. Yani erkeklerin arasında gizli, derin bir anlaşma vardır. Bu öyle bir anlaşmadır ki dünyanın bir ucundaki bir erkeğin davranışının aynısını dünyanın öbür ucundaki erkek de sergiler. Hem de birbirlerini hiç tanımamış olmalarına rağmen. Örneğin; boşanma.. Hukuk ve semavi dinler, boşanmayı düzenlemiştir. Boşanma bir haktır; ancak bizim memleketteki erkeklere geldiğimizde, bütün büyük sistemler boşanmayı düzenlemiş olmasına rağmen erkeklerin arasındaki bu anlaşma, boşanmayı düzenleyemedi. Boşanmak istediğimiz zaman bunun düzenlemesi demek kadının ölümü anlamına geliyor. Türkiye’de son 4 yılda öldürülen kadınların yüzde 80’i boşanmak istediği gerekçesiyle öldürüldü. Affedilmez taşlardan biri en yakınımızdaki erkekler, diğeri ise bizi yönetmesi için kabul ettiğimiz devlet. Öldürülen kadınların yüzde 70’i öldürülmeden önce koruma talep etmişti ve bu talebi dikkate alınmadı. Bir kere devlet için kadınlar olarak değerli değiliz. Anne olmadan, çocuk bakmadan bir kıymetimiz yok ki Kadın Bakanlığı ortadan kaldırıldı, yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruldu. Kadın ne ailenin içinde ne de sosyal politikalar içinde ele alınabilecek bir cinsiyettir. Kadınlar aynen erkekler gibi bu ülkenin vatandaşlarıdır. Devlet şu anda kadınları daha çok ailenin içine çekmeye çalışıyor; iyi eş, iyi anne olmayı öğütlüyor. Ancak bunları öğütlerken gözden kaçırdığı (görmediği) şey şu ki, biz o ailelerin içinde hem de bazen aile meclisi kararıyla öldürülüyoruz. Bizlere çocuk doğurmamız öğütlenirken, çocuklarının gözünün önünde öldürülen binlerce kadını kimse düşünmüyor. Tesadüf değildir; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulduğundan bu yana, aile meclisi kararıyla öldürülen kadınların oranı yüzde 50 arttı. Ayrıca bu dönemde, ekonomik kriz beraberinde bir erkeklik krizini de getiriyor. İşsiz kalan erkeğin bile bedel ödeteceği ilk insan yanı başında duran kadın oluyor. Bir yandan da biz gelişiyoruz. Artık kadınlar kendilerini daha fazla ifade ediyor, ezilmeye karşı çıkıyor. Bu da erkeklerle kadınlar arasındaki eşitsizlikten kaynaklı uzlaşmaz olan çelişkiyi derinleştiriyor. Ara açılıyor ve gerilim artıyor. Erkekler bu durumlarda ilk olarak, şiddete başvuruyor.
B. K. : Dünyanın yarısını oluşturan biz kadınlar, erkek cinsinin ve erkek egemenliğinin şiddeti altında yaşamaya mahkum ediliyoruz. ŞİDDET; cinsiyetçi ataerkil egemenliğin koruyucusudur. Erkek cinsin ekonomik üstünlüğüyle mülkiyet sahipliğiyle kadının köleleştirildiğini biliyoruz. Şiddet, bu durumun devam etmesi için sistematik olarak erkek cinsin kadın cinse uyguladığı baskıdır. Erkek egemen sistemin en acımasız yüzüdür. Şiddet; kadınla erkek arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinin tarihsel göstergesidir. Erkeğin egemenlik aracıdır. Cinsiyetçi sistemin yapısal sorunudur. Ancak Türkiye'de kadınlar arasında demokratik cins bilincinde bir gelişme var: Kadınlar yaşamlarından memnun değiller. Geçmişten farklı olarak artık itiraz ediyorlar. Bağımsız bir birey, insan olarak tanımlanmak istiyorlar ve haklarının olduğunun bilincini her geçen gün daha fazla kazanıyorlar. Toplumsal kadınlık rollerini reddediyorlar. Mutsuz evliliklere hapsolmak istemiyorlar. Toplumu henüz değiştiremeseler de en azından kendi hayatlarını değiştirmek istiyorlar. Erkek şiddeti, tam da bu değişim isteğini boğmaya yöneliktir. Katledilen kadınların bir kısmı aile töresine uymadıkları, bir kısmı boşanmak istedikleri için öldürülüyor. Erkek şiddetini destekleyen devlet de ailenin mevcut durumunu korumaya çalışıyor. Kadınları katleden ‘aile reisleri’ ile mahkeme reisleri arasında oluşan kutsal ittifak, statükoyu korumayı hedefleyen gerici bir ittifaktır. Kadını boğan ve isyan ettiren bu koşulları değiştirme amaçlı mücadelesini “kadının görünmez isyanı” olarak tanımlıyoruz. Amacımız, bu isyanı görünür kılmak ve toplumsal bir harekete dönüştürmektir.
Sosyalist Kadın Meclisleri olarak kadın cinayetlerini önlemek için neler yapıyorsunuz?
B. K. : Toplumsal cinsiyetçiliğe karşı, toplumsal eşitliğin, özgürlüğün, adaletin sağlanması öncelikli hedefimizdir. Kadınlar olarak da eşitlik ve adalet sağlanana, cins ayrımcılığı ortadan kalkana kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz,. SKM olarak 4 aya yakındır, 'Ses ver şiddeti durdur', 'Şiddete karşı 1 milyon imza' kampanyası başlattık. Tüm kentlerin meydanlarında kadın ve erkek ESP’liler olarak bir arada çalıştık. Mahalle ve ilçelerde ‘erkek atölyeleri’ kurarak kadına yönelik şiddeti erkeklere tartıştırdık. Erkek arkadaşlarımız kahvelerde erkeklere çağrı konuşmaları yaparak imza topladılar. Yine, imza standlarında tanıştığımız pek çok kadın, yaşadıkları şiddet olaylarını dile getirdiler, onlara yardımcı olmak için çalışmalar yürüttük. Şiddete uğrayan kadınların güvenli biçimde barınabilecekleri Kadın Dayanışma Evleri'nin kurulması için bir imza kampanyası yürüttük. Bu imzalarla birlikte İstanbul'da Esenler, Maltepe ve Tuzla Belediyelerine başvurular yaptık. Aynı zamanda bu kampanyayı diğer illerdeki belediyelere de taşıdık.
‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız’ Platformu: Devlet bize, bizim için çalışacak bir bakanlık borçlu
Kadın cinayetlerinin artmasını neye bağlıyorsunuz?
Berna Görgülü: Aslında bizi ölüme götüren bu yolda öylesine affedilmez taşlar döşeli ki... Erkekler öldürüyor. Bu, yüzyıllardır böyle. Biz hep kadın cinayetlerinin politik olduğunu vurguluyoruz. Siyasetin, politikanın olumsuzlandığı bir ülkede yaşayanlar olarak bunu açmak zorundayız. Politiktir; yani bu şiddet sistematiktir. Bir sisteme bağlıdır. Yani erkeklerin arasında gizli, derin bir anlaşma vardır. Bu öyle bir anlaşmadır ki dünyanın bir ucundaki bir erkeğin davranışının aynısını dünyanın öbür ucundaki erkek de sergiler. Hem de birbirlerini hiç tanımamış olmalarına rağmen. Örneğin; boşanma.. Hukuk ve semavi dinler, boşanmayı düzenlemiştir. Boşanma bir haktır; ancak bizim memleketteki erkeklere geldiğimizde, bütün büyük sistemler boşanmayı düzenlemiş olmasına rağmen erkeklerin arasındaki bu anlaşma, boşanmayı düzenleyemedi. Boşanmak istediğimiz zaman bunun düzenlemesi demek kadının ölümü anlamına geliyor. Türkiye’de son 4 yılda öldürülen kadınların yüzde 80’i boşanmak istediği gerekçesiyle öldürüldü. Affedilmez taşlardan biri en yakınımızdaki erkekler, diğeri ise bizi yönetmesi için kabul ettiğimiz devlet. Öldürülen kadınların yüzde 70’i öldürülmeden önce koruma talep etmişti ve bu talebi dikkate alınmadı. Bir kere devlet için kadınlar olarak değerli değiliz. Anne olmadan, çocuk bakmadan bir kıymetimiz yok ki Kadın Bakanlığı ortadan kaldırıldı, yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruldu. Kadın ne ailenin içinde ne de sosyal politikalar içinde ele alınabilecek bir cinsiyettir. Kadınlar aynen erkekler gibi bu ülkenin vatandaşlarıdır. Devlet şu anda kadınları daha çok ailenin içine çekmeye çalışıyor; iyi eş, iyi anne olmayı öğütlüyor. Ancak bunları öğütlerken gözden kaçırdığı (görmediği) şey şu ki, biz o ailelerin içinde hem de bazen aile meclisi kararıyla öldürülüyoruz. Bizlere çocuk doğurmamız öğütlenirken, çocuklarının gözünün önünde öldürülen binlerce kadını kimse düşünmüyor. Tesadüf değildir; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulduğundan bu yana, aile meclisi kararıyla öldürülen kadınların oranı yüzde 50 arttı. Ayrıca bu dönemde, ekonomik kriz beraberinde bir erkeklik krizini de getiriyor. İşsiz kalan erkeğin bile bedel ödeteceği ilk insan yanı başında duran kadın oluyor. Bir yandan da biz gelişiyoruz. Artık kadınlar kendilerini daha fazla ifade ediyor, ezilmeye karşı çıkıyor. Bu da erkeklerle kadınlar arasındaki eşitsizlikten kaynaklı uzlaşmaz olan çelişkiyi derinleştiriyor. Ara açılıyor ve gerilim artıyor. Erkekler bu durumlarda ilk olarak, şiddete başvuruyor.
Bu
cinayetlerin önlenmesi için neler yapılabilir?
B. G. :Tabi ki kadınlar için çalışmak gerekiyor. Yani devletin kadınlar için çalışması, 7 gün 24 saat kadınlar için çalışacak bir bakanlık kurması gerekiyor. Çünkü kadın cinayetleri şu anda bu ülkenin en önemli sorunlarından biri. Sıcak savaşlardaki ceset sayılarıyla aynı, hatta bazılarından daha fazla sayıları konuşuyoruz kadın cinayetleri için. Yani savaşlardan daha çok öldürülüyoruz ve ortada savaş yok. Devlet, nüfusunun yarısına sahip çıkmak zorunda. O kadınlar, şiddete uğradıklarında ya da uğrama riskini devlete haber verdiklerinde acilen korunmaları gerekiyor. Kadınların korunması için hazırladığımız 4320 sayılı kanundaki değişiklikler acilen hayata geçirilmeli. Kadınları korumak için oluşturulacak politikayı bulmak hiç zor değil. Katillere verilen cezaların sürekli indirimlere uğraması diğer kadın katillerini yüreklendiriyor resmen. Nasıl Ayşe Paşalı’yı öldüren kocasına ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildiyse, diğerlerine de aynı cezalar verilmeli. Ancak şu anda olduğumuz aşamada katillerin yararlanabileceği o kadar çok ceza indirimi var ki: haksız tahrik indirimi, gelecek indirimi, iyi hal indirimi... Bedeni parçalara ayrılan Sevgi Taşkın’ın katiline takdir indirimi uygulandı. Neydi bu? Duruşmalardaki hal ve tavırların takdir edilmesiydi. Katilliğin takdir edilecek yanı nedir ki? TCK maddeleri buna göre düzenlenmeli. Nasıl Güldünya Tören’in öldürülmesinin ardından kadınlar olarak TCK’da “töre saikiyle işlenen cinayetlerin” nitelikli halden sayılmasını ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasını sağladıysak bütün kadın cinayetlerinin de nitelikli halden sayılmasını sağlayacağız. Polisler o kadınları öldürüldükleri evlere geri göndermese, hakimler katillere ağır ceza verse, yasalar buna göre düzenlense ve kadın bakanlığı kurulup tam donanımlı bir şekilde çalışılsa bu kadınlar öldürülmeyecek. Bunu biz yapacağız. Bu kadar kararlı bir platformu kurduk, yasaları yazdık ve meclisten geçiriyoruz. Kadınlar için çalışacak bakanlığı da kurduracağız. Devlet bize, bizim için çalışacak bir bakanlık borçlu. Bunun için çok fazla can verdik.
26 erkeğin tecavüz ettiği N.Ç. çocuk sayılmazken Cem Garipoğlu çocuk sayıldı
Münevver cinayeti davası nihayet sonuçlandı, sizce alınan ceza yeterli mi, ne düşünüyorsunuz?
B. G. : Münevver Karabulut davasını başından sonuna kadar eylemli bir şekilde takip ettik. Karabulut Ailesi ve avukatla birlikte mücadele ettik. Eğer bunu yapmamış olsaydık, adalet yine fütursuzca, bu toplumun gözlerinin içine baka baka zenginden ve erkekten yana olacaktı. Ancak varlığımız bunun olmasını engelledi. Bu sefer yapamadılar. Cem Garipoğlu’na cezayı üst sınırdan vermek zorunda kaldılar. Elbette ki yeterli değil; çünkü pek çok delil yeteri kadar incelenmedi. Mahkeme katillerden yana tavır aldı. Hakimler satıldı, adli tıp skandalları bir türlü bitmedi. 26 erkeğin tecavüz ettiği N.Ç. çocuk sayılmazken Cem Garipoğlu çocuk sayıldı. Ceza alması gereken herkes ceza almadı. Ancak yine de 3 yıl dahi almış olsalar, bu mağdur olan öznenin, bu mücadeleyi yürütenlerle kader birliği etmesinin kazanımıdır. Biz sadece Cem Garipoğlu için değil, tüm katillerin ağır ceza ile cezalandırılması gerektiğini düşünüyoruz ve bunun için durmaksızın mücadele etmeye kararlıyız.
B. G. :Tabi ki kadınlar için çalışmak gerekiyor. Yani devletin kadınlar için çalışması, 7 gün 24 saat kadınlar için çalışacak bir bakanlık kurması gerekiyor. Çünkü kadın cinayetleri şu anda bu ülkenin en önemli sorunlarından biri. Sıcak savaşlardaki ceset sayılarıyla aynı, hatta bazılarından daha fazla sayıları konuşuyoruz kadın cinayetleri için. Yani savaşlardan daha çok öldürülüyoruz ve ortada savaş yok. Devlet, nüfusunun yarısına sahip çıkmak zorunda. O kadınlar, şiddete uğradıklarında ya da uğrama riskini devlete haber verdiklerinde acilen korunmaları gerekiyor. Kadınların korunması için hazırladığımız 4320 sayılı kanundaki değişiklikler acilen hayata geçirilmeli. Kadınları korumak için oluşturulacak politikayı bulmak hiç zor değil. Katillere verilen cezaların sürekli indirimlere uğraması diğer kadın katillerini yüreklendiriyor resmen. Nasıl Ayşe Paşalı’yı öldüren kocasına ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildiyse, diğerlerine de aynı cezalar verilmeli. Ancak şu anda olduğumuz aşamada katillerin yararlanabileceği o kadar çok ceza indirimi var ki: haksız tahrik indirimi, gelecek indirimi, iyi hal indirimi... Bedeni parçalara ayrılan Sevgi Taşkın’ın katiline takdir indirimi uygulandı. Neydi bu? Duruşmalardaki hal ve tavırların takdir edilmesiydi. Katilliğin takdir edilecek yanı nedir ki? TCK maddeleri buna göre düzenlenmeli. Nasıl Güldünya Tören’in öldürülmesinin ardından kadınlar olarak TCK’da “töre saikiyle işlenen cinayetlerin” nitelikli halden sayılmasını ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasını sağladıysak bütün kadın cinayetlerinin de nitelikli halden sayılmasını sağlayacağız. Polisler o kadınları öldürüldükleri evlere geri göndermese, hakimler katillere ağır ceza verse, yasalar buna göre düzenlense ve kadın bakanlığı kurulup tam donanımlı bir şekilde çalışılsa bu kadınlar öldürülmeyecek. Bunu biz yapacağız. Bu kadar kararlı bir platformu kurduk, yasaları yazdık ve meclisten geçiriyoruz. Kadınlar için çalışacak bakanlığı da kurduracağız. Devlet bize, bizim için çalışacak bir bakanlık borçlu. Bunun için çok fazla can verdik.
26 erkeğin tecavüz ettiği N.Ç. çocuk sayılmazken Cem Garipoğlu çocuk sayıldı
Münevver cinayeti davası nihayet sonuçlandı, sizce alınan ceza yeterli mi, ne düşünüyorsunuz?
B. G. : Münevver Karabulut davasını başından sonuna kadar eylemli bir şekilde takip ettik. Karabulut Ailesi ve avukatla birlikte mücadele ettik. Eğer bunu yapmamış olsaydık, adalet yine fütursuzca, bu toplumun gözlerinin içine baka baka zenginden ve erkekten yana olacaktı. Ancak varlığımız bunun olmasını engelledi. Bu sefer yapamadılar. Cem Garipoğlu’na cezayı üst sınırdan vermek zorunda kaldılar. Elbette ki yeterli değil; çünkü pek çok delil yeteri kadar incelenmedi. Mahkeme katillerden yana tavır aldı. Hakimler satıldı, adli tıp skandalları bir türlü bitmedi. 26 erkeğin tecavüz ettiği N.Ç. çocuk sayılmazken Cem Garipoğlu çocuk sayıldı. Ceza alması gereken herkes ceza almadı. Ancak yine de 3 yıl dahi almış olsalar, bu mağdur olan öznenin, bu mücadeleyi yürütenlerle kader birliği etmesinin kazanımıdır. Biz sadece Cem Garipoğlu için değil, tüm katillerin ağır ceza ile cezalandırılması gerektiğini düşünüyoruz ve bunun için durmaksızın mücadele etmeye kararlıyız.
Sosyalist
Feminist Kolektif: Kadınların bedenleri, kimlikleri ve emekleri erkeklere ait
‘Kadınların bedenleri, kimlikleri ve emekleri erkeklere ait’
Kadın cinayetleri sizce neden politiktir?
Filiz Karakuş (Sosyalist Feminist Kolektif üyesi): Kadın cinayetlerinin hızını kesmediği, kadınların sürekli taciz, tecavüz ve şiddetle ya da tehditle karşı karşıya kaldığı, kimi kadınların şiddete ve baskıya tahammül edemeyip intihar etmek zorunda olduğu bir durumda, ‘tesadüfle’ karşı karşıya kalmadığımız ya da durumu psikolojik bozukluk, öfke nöbeti, sapıklık veya cehaletle açıklamayacağımız ortada. Kadın cinayetlerinin aynı nedenden/aynı temelden kaynaklandığı görülüyor: Erkekleri ve kadınları toplumsal roller içine mahkum eden cinsiyetçilikten. Bu rollerden kadınların payına bolca namus, edep, haya, sadakat, vefakar eş, fedakar anne, saygıda kusur etmeyen gelin gibi şeyler düşüyor. Erkeklere ise güçlülük, namus bekçiliği, kadınların sahipliği düşüyor. Bu nedenle boşanmak isteyen Ayşe Yılbaş’ı “kocası”, boşandıktan sonra başkasıyla evlenen Sevim Zarif’i “eski kocası’, erkeklerle konuştuğu için 16 yaşındaki Medine Memi’yi diri diri toprağa gömen dedesi ve babası; Pippa Bacca’yı beyaz gelinlikle otostop çeken yabancı bir kadın olduğu için, yoldan geçen herhangi biri; Ayşe Doğan’ı tuzluğu uzatmayıp ‘kalk kendin al’ dediği için öldüren kocası… Hep aynı nedenle öldürülüyorlar. Kadınların bedenleri, kimlikleri ve emekleri erkeklere ait. Savcılıklardan, karakollardan ölüm yuvaları evlerine bu nedenle gönderiliyor kadınlar. Bu nedenle kadınların tayt giymeleri, izinsiz sokağa çıkmaları katil erkeklerin cezalarında indirime neden olabiliyor.
‘Kadınların bedenleri, kimlikleri ve emekleri erkeklere ait’
Kadın cinayetleri sizce neden politiktir?
Filiz Karakuş (Sosyalist Feminist Kolektif üyesi): Kadın cinayetlerinin hızını kesmediği, kadınların sürekli taciz, tecavüz ve şiddetle ya da tehditle karşı karşıya kaldığı, kimi kadınların şiddete ve baskıya tahammül edemeyip intihar etmek zorunda olduğu bir durumda, ‘tesadüfle’ karşı karşıya kalmadığımız ya da durumu psikolojik bozukluk, öfke nöbeti, sapıklık veya cehaletle açıklamayacağımız ortada. Kadın cinayetlerinin aynı nedenden/aynı temelden kaynaklandığı görülüyor: Erkekleri ve kadınları toplumsal roller içine mahkum eden cinsiyetçilikten. Bu rollerden kadınların payına bolca namus, edep, haya, sadakat, vefakar eş, fedakar anne, saygıda kusur etmeyen gelin gibi şeyler düşüyor. Erkeklere ise güçlülük, namus bekçiliği, kadınların sahipliği düşüyor. Bu nedenle boşanmak isteyen Ayşe Yılbaş’ı “kocası”, boşandıktan sonra başkasıyla evlenen Sevim Zarif’i “eski kocası’, erkeklerle konuştuğu için 16 yaşındaki Medine Memi’yi diri diri toprağa gömen dedesi ve babası; Pippa Bacca’yı beyaz gelinlikle otostop çeken yabancı bir kadın olduğu için, yoldan geçen herhangi biri; Ayşe Doğan’ı tuzluğu uzatmayıp ‘kalk kendin al’ dediği için öldüren kocası… Hep aynı nedenle öldürülüyorlar. Kadınların bedenleri, kimlikleri ve emekleri erkeklere ait. Savcılıklardan, karakollardan ölüm yuvaları evlerine bu nedenle gönderiliyor kadınlar. Bu nedenle kadınların tayt giymeleri, izinsiz sokağa çıkmaları katil erkeklerin cezalarında indirime neden olabiliyor.
Bedenlerimizin ve hayatlarımızın
tasarrufunun “namus’, ‘iffet’, aile, din, genel ahlak, gelenek, töre, yasa
adına erkeklerin denetimine sokan sistem ve zihniyet nedeniyle öldürülmek için
kadın olmak yetiyor. Yani kadın cinayetlerinin kökeninde tıpkı başka politik
cinayetlerde olduğu gibi bir ‘politika’ var. Erkek egemenliğinin sırtını dayadığı
‘erkeklik politikası’ var. Bu nedenle kadın cinayetleri politik cinayetlerdir.
Kadına
yönelik şiddet aslında yüzyıllardır var
‘Nar Taneleri’ projesi sorumluları Aysun Sayın ve Gül Erdost’a da ‘kadına şiddet’ konusunu sorduk...
Kadına yönelik şiddet konusu hakkında siz neler düşünüyorsunuz?
Aysun Sayın (Boyner Holding Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projeleri Yöneticisi): Elbette bu konu herşeyden önce bir insan hakkı ihlalidir, kadınların yaşam hakkını, beden bütünlüğünü ve pek çok hakkını ihlal eden bu durumun yasalar ve uygulamalarla birlikte ele alınması gerekli. Kadına yönelik şiddet vakalarında hem kadınların korunması ve yeni bir hayat kurmasını destekleyecek mekanizmalara, hem şiddet uygulayanın rehabilete edilmesini sağlayacak önlemlere hem de yıldırıcı cezalara ihtiyacımız var.
Gül Erdost (Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Nar Taneleri Proje Koordinatörü): Aslında son yıllarda sıkça rastlamıyoruz; çünkü kadına yönelik şiddet aslında yüzyıllardır var. Ancak günümüzde bu alanda kadın örgütlerinin çalışmaları yoğunlaştı, yasalarda kadın lehine değişiklikler gerçekleşti. Bazı koruma mekanizmaları, kurumları devreye girdi. Kamu kurumları ile sivil toplum örgütleri bu alanda çalışmalar yapmaya başladı; Örneğin; UNFPA’ın teknik destek verdiği projelerle polis eğitimleri başlatıldı, hakim-savcı eğitimleri, din görevlileri ile yapılan çalışmalar bunların başlıcaları diyebilirim. Ayrıca medyada zaman zaman olumsuz örneklerini görsek de şiddetin konuşulur, tartışılır olması da şiddet ile başetme konusunda yol almamıza neden oldu. Zaten varolan şiddetin görünürlüğünü artırdı; çünkü eskiden kadın uğradığı şiddeti kimseyle paylaşamaz, saklar ya da “Zaten ben de yaptığım şu hata ile bu dayağı hak ettim” diye kendi eksikliğinden kaynaklanmış bir sonuç olarak kabul ederdi. Ancak söz edilen bu çalışmalar kadınların hak arama bilinçlerini geliştirdi ve şiddet, aile içerisinden dışarı çıkabildi, konuşulur ve çözüm yolları aranır oldu.
Haber: Sevil Yücel Çaylak‘Nar Taneleri’ projesi sorumluları Aysun Sayın ve Gül Erdost’a da ‘kadına şiddet’ konusunu sorduk...
Kadına yönelik şiddet konusu hakkında siz neler düşünüyorsunuz?
Aysun Sayın (Boyner Holding Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projeleri Yöneticisi): Elbette bu konu herşeyden önce bir insan hakkı ihlalidir, kadınların yaşam hakkını, beden bütünlüğünü ve pek çok hakkını ihlal eden bu durumun yasalar ve uygulamalarla birlikte ele alınması gerekli. Kadına yönelik şiddet vakalarında hem kadınların korunması ve yeni bir hayat kurmasını destekleyecek mekanizmalara, hem şiddet uygulayanın rehabilete edilmesini sağlayacak önlemlere hem de yıldırıcı cezalara ihtiyacımız var.
Gül Erdost (Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Nar Taneleri Proje Koordinatörü): Aslında son yıllarda sıkça rastlamıyoruz; çünkü kadına yönelik şiddet aslında yüzyıllardır var. Ancak günümüzde bu alanda kadın örgütlerinin çalışmaları yoğunlaştı, yasalarda kadın lehine değişiklikler gerçekleşti. Bazı koruma mekanizmaları, kurumları devreye girdi. Kamu kurumları ile sivil toplum örgütleri bu alanda çalışmalar yapmaya başladı; Örneğin; UNFPA’ın teknik destek verdiği projelerle polis eğitimleri başlatıldı, hakim-savcı eğitimleri, din görevlileri ile yapılan çalışmalar bunların başlıcaları diyebilirim. Ayrıca medyada zaman zaman olumsuz örneklerini görsek de şiddetin konuşulur, tartışılır olması da şiddet ile başetme konusunda yol almamıza neden oldu. Zaten varolan şiddetin görünürlüğünü artırdı; çünkü eskiden kadın uğradığı şiddeti kimseyle paylaşamaz, saklar ya da “Zaten ben de yaptığım şu hata ile bu dayağı hak ettim” diye kendi eksikliğinden kaynaklanmış bir sonuç olarak kabul ederdi. Ancak söz edilen bu çalışmalar kadınların hak arama bilinçlerini geliştirdi ve şiddet, aile içerisinden dışarı çıkabildi, konuşulur ve çözüm yolları aranır oldu.
Yorumlar
Yorum Gönder