'Melek yoksa şeytan mı' filmi üzerine...

Kısa bir süre sonra vizyonlarda görülmesi beklenen 'Melek yoksa şeytan mı' filminin söyleşisini aylar önce yapmıştım. İŞte filmin yönetmeni 'Zaim Güvenç' ile yaptığımız keyifli söyleşinin detayları...






MASMAVİ BİR HAVUZ GİBİ SİNEMA

Ankara’da yaptığı birçok kısa film ile ödüller alan Film Tayfası, kariyerine yepyeni bir sayfa açıyor. Ekip, senaryosu Zaim Güvenç ve Şule Ataman’ın, yönetmenliğini ise M.Hakan Baykal ve yine Zaim Güvenç’in yaptığı “Melek yoksa şeytan mı?” filmi ile beyaz perdeye hazırlanıyor.

Filmin genç yönetmenlerinden Zaim Güvenç, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, TV ve Sinema mezunu. Daha çok küçükken Zeki Öktem’in 1988 yapımı ‘Düttürü Dünya’ filminde rol alan Güvenç, bu film ile sinemanın büyüsüne kapılmış ve bugünlere kadar gelmiş. Güvenç ile “Melek yoksa şeytan mı?” adlı film ve sinema sektörü üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Öncelikle, Film Tayfası ekibinden bahseder misiniz?


Film tayfası 10 yıldır çalışmalarını sürdürüyor.  Aşk filmlerinden toplumsal sorumluluk taşıyan filmlere kadar birçok kısa filmimiz oldu. Bu süreç içerisinde bu filmlerin her birini sinema salonlarında izleyiciyle buluşturduk. Kısa filmler aslında pek sinemada sunulmaz  ama biz neredeyse çektiğimiz tüm filmlerimizin sinemada gösterilmesini sağladık ve bu filmlere gala yaptık. Ankara’daki değerli basın mensupları da bizi hiç yalnız bırakmadılar ve desteklediler. Siz değerli basın mensupları bizim gücümüze güç kattınız ki filmlerimizi bu noktaya taşıdık. Daha sonra bağımsız sinemacılar bir araya geldik ve yaklaşık yüz kişilik bir ekip oluşturduk. “Melek yoksa şeytan mı?” filminin yapımına başladık, filmin çekimleri halen devam ediyor.

Benim için; içinde sürekli kulaç attığım bir düş dünyası belki de masmavi bir havuz gibi sinema...

Peki, oyunculuktan yönetmenliğe yönelme nedenleriniz nelerdi?
Ben filmde aynı zamanda oyuncuyum. Aslolan işim oyunculuk diyebilirim ama bana hangisi daha baskın, oyunculuk mu yönetmenlik mi diye sorarsanız; oyunculuk daha baskın, derim. Sinemanın birçok alanında yer aldım ve yaşadığınız bu birikimlerle o kadar donanımlı oluyorsunuz ki bir yerden sonra taşmak istiyorsunuz... Bundan dolayı bir geçiş oldu, diyebiliriz. Daha önce birçok kısa film yönetmenliği yapmak ile birlikte birçok tiyatro oyunu yönetmenliği de yaptım. Bu sinema filmini yapmak neredeyse hepsinden daha kıymetli. Benim için; içinde sürekli kulaç attığım bir düş dünyası belki de masmavi bir havuz gibi sinema...

Ankara işin daha çok yetiştiği yer

Bana göre en iyi oyuncular Ankara’da yetişir ki televizyonda ya da sinemada gördüğümüz çoğu ismin başlangıç noktası da Ankara’dır. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Aynen öyle, kesinlikle ben de katılıyorum. Çok güzel ifade ettiniz, daha fazla birşey söylemek gerekmiyor herhalde. Şundan dolayı olsa gerek: Ankara’da insanlar şan, şöhret meselelerinden daha arınmış yaşıyorlar ve daha birikimli, daha bilgi odaklı yaşıyorlar. İstanbul’da hayat çok hızlı, şehir yerinde durmuyor. O nedenle de kendilerini tazelemeleri için belki de zamanları kalmıyor. Bu yüzden Ankara işin daha çok yetiştiği yer.

Dışarıdan sizin dünyanız çok renkli geliyor ama muhakkak çok sıkıntı yaşıyorsunuzdur. Siz yaşadığınız sıkıntılardan örnekler verir misiniz?
Gerçekten çok sıkıntılı bir sektör. Dediğiniz gibi dışarıdan çok renkli görünüyor. Aslında renkli görünen tarafı şu: Bazı insanlar sinema yapıyorum deyip çok kötü filmler çıkarıyorlar hatta filmlerini sonlandıramıyorlar. Dolayısıyla öyle olunca o süreç eğlenceli geçiyor. Ama hakikaten çok disiplinli, çalışkan, işi çok bilinçli yaptığınız zaman aslında iş okadar da renkli değil çok zor geçiyor. Biz Film Tayfası ekibi olarak işini bu düzende yapan bir ekibiz. Sinemanın ciddi bir sanat olduğu bilinci ile hareket ediyoruz. Bu da bize doğru adımlar attırıyor.

 “Melek yoksa şeytan mı?” filminizden bahsedelim...
Filmimiz, 2011 yılında toplumumuzun adeta bir fotoğrafını çekmekte. Film  gerçeği yansıtsın diye sahneleri yorumlarken olabildiğince duru olabilmekten yana davranıyoruz. Filmdeki karakterler safi gerçek. 2 genç kızın başından geçen olaylar adeta toplumumuza ayna tutarken; şöyle de bir eleştiriyi yanı sıra getiriyor: Toplumumuzun varsıl veya yoksul diye adlandırabileceğimiz kesimleri mevcutsa şayet; bu iki ayrı kesimde aslında birbirlerine benzer bir çok kesit bulunuyor ama bu kesitler daha çok komik veya dramatik olayları bünyesinde taşıyor. Şöyle ki; bizler üretmeden sadece tüketerek yaşarsak yer ayağımızın altından kayar; bu da bizleri  istemeyeceğiniz durumlarla yüzyüze getirebilir. Film daha çok tüketim toplumuna dönüşümüzün bir hicvi aslında. Yine  iyi ve kötü diye nitelendirdiğimiz birçok şeyin bir anda birbirine dönüşebileceğini de film etkili bir dille anlatıyor. ‘Melek Yoksa Şeytan mı?’ filmi bizlere ancak ve ancak  çalışarak, mücadele ederek, yeniden değerlerimizi yüzeye çıkararak hayata tutunabileceğimizin bir resmini sunuyor adeta! 

Filmin senaryosu ben ve Şule Ataman tarafından yazıldı. Filmin yapımcığını da Erdal Bayraktar ve ben üstlendik. Aynı zamanda M.Hakan Baykal ile de yönetmenliği paylaşıyorum. Bununla birlikte Ankara’daki bazı ajanslardan oyuncu desteği aldık. Film Tayfası ekibi olarak teknik ekipmanlardan oyunculuğa kadar bütün birikimimizi ortaya koyduk. Ayrıca oyunculara üç ay süren kamera önü eğitimi verdik. Yine birçok yerden mekan sponsorluğu aldık. Şu anda da filmimiz bitmek üzere. Bu arada yeri gelmişken Erol Demiröz’ü de filmle ilgili çok büyük sevgi ve saygıyla anmak istiyorum. O filmin başından sonuna kadar film ekibinin başında yer aldı. Müthiş bir güç verdi bize.
Gençlerin sinemaya bambaşka bir enerji taşıdığını düşünüyorum
Kadronuz genç oyunculardan oluşuyor...

Ben genç bir yönetmenim. Doğal olarak kendi dertlerimi sinemaya yansıtıyorum. Filmimiz de genç bir kadrodan oluşuyor çünkü gençleri de anlatan bir film. Doğal olarak kadromuz da genç. Bir de ben gençlerin sinemaya bambaşka bir enerji taşıdığını düşünüyorum. Ayrıca sektörde hep aynı isimler değil de yeni isimlere de yer verilmeli. Bambaşka isimler, bambaşka renkler gelmeli. Sektör ancak böyle yenilenir ve böylece de daha çok kitleye ulaşabiliriz.



Diziler de filmler de Ankara’da çekilmeye başlandı. Geç kalınmış bir ilgi olduğunu düşünüyor musunuz?
Burada Behzat Ç. dizisinin çekilmesi bana göre bir fenomen haline geldi. Çok izlenen bir dizi ve bu dizi ile Ankara’da çok başka işler yapılabileceğinin farkına varıldı. Birçok mekanın da bu işe uygun olduğu keşfedildi. Bir de İstanbul’da bu işleri yürütmek pahalı ve ciddi fiyatlara mal oluyor. Burada hem kaynak var, hem bilinçliler hem de film çekmek daha ucuz. Bu yüzden İstanbul’un Ankara’ya bu şekilde kaymış olması normal, hatta geç fark edilen bir durum. Daha da gelişmesi gerekiyor.


Filminize bir Ankara filmi demek doğru olur mu?
Doğma büyüme Ankaralı olarak, Ankara’yı çok seviyorum. Filmimiz de Ankara’nın her yerinde çekiliyor. O nedenle filmimize bir Ankara filmi demek hiç de yanlış olmaz.

Filmle ilgili beklentileriniz?

Vizyona girdiği andan itibaren filmimize izleyicilerin ilgi göstermeleri en büyük temennimiz. Dünya çapında ses getirecek bir film yaptığımıza inanıyorum. Kısa filmlerimize ödüller geldiği gibi bu filmimize de çok ödül bekliyoruz. Bütün dünyayı filmimiz ile dolaşmak istiyoruz.

Her film bir nefes
Bundan sonrası için neleri hedefliyorsunuz?
Ben kısa filmleri çekerken de bir gün uzun metrajlı film çekme hayali kuruyordum; en büyük hayalimdi uzun metrajlı film çekmek. ‘Son Tren’ filminde daha önce oyunculuk yapmıştım. Oradaki oyunculuğum beni daha da cesaretlendirdi. Orada filmin birçok aşamasında bulundum. Bunları yapabiliyorsam daha iyisini de yapabilirim diye düşündüm ve bu filmde yönetmen oldum. Bir oyuncunun ya da bir yönetmenin tabi ki hedefi yeni filmler. Çektiğiniz her film sizin için bir nefes ve yaşama yeniden sarılma nedeni.

Röportaj: Sevil Yücel Çaylak








Yorumlar

Popüler Yayınlar