Yastık Adam oyunu ile ilgili yaptığım söyleşim...
ŞİDDET VE MERHAMETİN
ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ;
YASTIK ADAM
YASTIK ADAM
“Yazılan öykülerde kurgu ve
gerçek karışıyor. Bu öyküler çocuklarınıza okumak isteyeceğiniz türden
olmayabilir. Sanat, zekâ, polis şiddeti, çaresizlik ve masumiyet çatışıyor”…
Neşeli ve hülyalı, şefkat, gözden kaybolmuş, infaz, spastik, kesik, mimlemek, yürekli… Martin Mcdonagh’ın en acımasız ve en cesaretli oyunu olarak bilinen orijinal adı “The Pillowman” olan Yastık Adam’ın sahnelendiği İrfan Baş Sahnesi’nde oyun başlamadan sahnede uçuşan yazılar oyunun sizi ne kadar etkileyeceği hakkında ipuçları veriyor ve o ipuçları her sahnenin izleyici üzerindeki soluksuz etkisini daha da fazla tetikliyor. Oyundan çıktığınızda çocukluğunuzda yaşadığınız her şeyin bilinçaltınızda nasıl yer ettiğini ve sizi nasıl derinden etkilediğini anlıyorsunuz.
Neşeli ve hülyalı, şefkat, gözden kaybolmuş, infaz, spastik, kesik, mimlemek, yürekli… Martin Mcdonagh’ın en acımasız ve en cesaretli oyunu olarak bilinen orijinal adı “The Pillowman” olan Yastık Adam’ın sahnelendiği İrfan Baş Sahnesi’nde oyun başlamadan sahnede uçuşan yazılar oyunun sizi ne kadar etkileyeceği hakkında ipuçları veriyor ve o ipuçları her sahnenin izleyici üzerindeki soluksuz etkisini daha da fazla tetikliyor. Oyundan çıktığınızda çocukluğunuzda yaşadığınız her şeyin bilinçaltınızda nasıl yer ettiğini ve sizi nasıl derinden etkilediğini anlıyorsunuz.
Yusuf Eradam’ın çevirmenliğini yaptığı, İlham Yazar’ın yönetmenliğinde
gerçekleşen “Yastık Adam” oyununda; Tolga Tekin, Mesut Turan, Murat Çidamlı,
Emre Erçil rol alıyor. Bir yazarın kısa hikâyelerindeki tüyler ürpertici şiddet
öğelerinin şehirde cereyan etmekte olan bazı çocuk cinayetlerine benzerliklerinden
ötürü sorguya çekilmesi ile başlayan oyun, müthiş bir finalle sonlanıyor.
Taze taze izlediğim oyunun ardından
hemen kulise gittim. Rejisör İlham Yazar ve oyunun başarılı kadrosu ile hoş bir
söyleşi gerçekleştirdik…
Tiyatro aşkı nereden geliyor?
İlham Yazar (Rejisör): Babam devlet tiyatrolarında çalıştığı için doğal
olarak çocukluğumda tiyatro kulislerinde geçti ve bu ortamın çok büyülü bir
ortam olduğunu düşünüyorum; ışıklar, makyajlar, seyirci… Bir şekilde bu ortam beni
etkilemiş. Liseden önce birkaç tane figürasyon deneyimim oldu ve sahneye
çıktım. O sahneye çıkma olayı insanı çok etkiliyor. Seyircinin karşısında olmak
çok zevkli, heyecan verici. Babamın da işin içinde olması nedeniyle çok
turnelere gittim, gezdim. Liseden sonra yetenek sınavlarına girdim ve kazandım.
Oralardan bugünlere geldik.
İ.Y. : Eğitimin
gerekliliğine katılmakla beraber istisnai durumlarda insanın içinden gelen
tiyatro ilgisi, yeteneği doğrultusunda da sahneye çıkılabileceğini, oyunculuk
yapılabileceğini düşünüyorum ama eğitimli olmak önemli bir şey tabiî ki.
Bale ile başladınız rejisörlüğe, peki nasıl bir fark
var?
İ.Y. : Evet,
ilk rejimi 2004 yılında “Guguk Kuşu Balesi” ile yaptım, iddialı bir işle
başladım. İlk olarak bale ile başlamak yıpratıcı, yorucu ama opera ve balenin
nitelikleri sebebiyle değil benim işi yeni öğreniyor ve baleyle başlıyor
olmamla ilgiliydi. Tiyatrodan farklı olarak oyuncularla değil dansçı
arkadaşlarımla çalıştık. Temel olarak balede müzik ve dans esas. Bu sebeple
içgüdüsel de olsa biraz bilginizin olması gerekiyor. Onunla başlamak benim için
olumlu oldu diyebilirim.
İ.Y. : Önemli
olan bence televizyondan para kazanıp bunu tiyatroya harcayabilmek. Bazı
arkadaşlarım, büyük oyuncular bunu yapıyorlar, imreniyorum onlara. Yani çok
olmasa da kazandığını yine sanata yatıran kişiler var, onları takdirle
karşılıyorum.
İ.Y. : Beğendiğim oyunların rejisini yapmaya çalışıyorum. Yaklaşık dört sene önce text elime geçmişti. Konusunu oldukça enteresan buldum ve öyle başladı.
Oyuncuları nasıl seçiyorsunuz?
İ.Y. : Bir
hayal kuruyorsunuz texti okuduğunuz zaman ve o hayale hangi oyuncunun denk
düşeceğini planlıyorsunuz, böylece kafanızda bir cast oluşmaya başlıyor. Ankara’daki
neredeyse tüm oyuncuları sahnede izlemişliğim vardır. Bu sebeple herkes
hakkında fikrim var ve onların da daha önce yönettiğim oyunlardan dolayı
benimle ilgili fikirleri var. Dışardan bir ekiple bir işe başlayacak olursam da
daha önceki oynadığı oyunları seyrediyorum ve öyle karar veriyorum.
Oyun beni fazlasıyla etkiledi. Peki, sizde nasıl bir etki bırakıyor?
Murat Çidamlı: Bizim
için oyundan çıkınca her şey bitiyor. Aldığımız eğitimin bir parçası bu.
Emre Erçil:
Eğer psikolojik olarak etkilenirsek hayatımıza devam edemeyiz.
Mesut Turan:
Oyun sizin de söylediğiniz gibi etkileyici bir konuya ve anlatıma sahip.
Genelde de oyunu izleyen seyircilerimiz aynı duyguları paylaşıyor. Biz
oyuncular ise bu etkiyi daha çok prova aşamalarında yaşarız. Önce anlatılmak isteneni
yani yazarın ne anlatmak istediğini anlamaya çalışır, sonra da bunu
nasıl sahneye taşıyabileceğimizi ve oynadığımız rollerin özelliklerini
ayrıntılı bir şekilde konuşur, tartışırız. Birlikte heyecanlanır, konuyu
ve rollerimizi yine birlikte özümseriz. Elbette oyunu oynamaya
başladıktan sonra da bu etki ve heyecan devam eder fakat oyun bitince her
şey de biter. Üzerimizde sadece tatlı bir yorgunluk ve seyircimizin
beğenisinin anlamlı, coşkulu hoşluğu kalır.
Tolga Tekin:
Asıl işimiz tabiî ki tiyatro ama cebimizi dolduran televizyon. Dizi
oyunculuğunda prova yok makine gibi verilen komutları yapıyorsunuz fakat
tiyatroda aylarca prova yapıyorsunuz. Ayrıca tiyatroda baştan alıyoruz deme
gibi bir şansınız da yok.
M. T. :Tiyatro
da uzun bir prova dönemi geçirir sonra sahneye çıkarsınız.
Çünkü seyirci karşısında hatasız oynamak zorundasınızdır. Canlı performansın
olmazsa olmaz kuralıdır bu. Sahnede her şeyinizle sadece
siz varsınızdır; kendi bedeniniz, kendi sesiniz, jestleriniz,
mimikleriniz, duygularınız... O yüzden dizilerde oynayan, oyunculuk
eğitimi almamış ama ünlü olarak bilinen
birçok kişi sahneye çıkamaz, çıksa bile başarılı
olamaz. Sadece tiyatroyu bilen, eğitimli, tecrübeli oyuncular
bunu başarabilir. Dizilerde ise herkesi oynatabilirsiniz. Hayatında
hiç oyunculuk yapmamış birine bile bu fırsatı
verip iyi sonuçlar da alabilirsiniz. Ama bu, dizilerde oynayan
herkesin iyi birer oyuncu olduğu anlamına gelmez.
Ayrıca diziler zamanla ve parayla yarış içinde olduğundan
yeterli prova imkânı bulamazsınız. Bu da başarıyı etkileyen önemli bir
faktördür. Doğal olarak tamamıyla zamanın, yönetmenin ve kameranın kontrolü
altında olduğunuzdan her şey şipşak gelişiverir, ne olduğunu bile pek
anlayamazsınız. Çok kısa sürede yapılan bu çalışmaların ne kadar
anlamlı, sağlıklı ve başarılı olduğu, yabancı dizilerin kalitesine bakılarak
çok net bir şekilde değerlendirilebilir.
E.E. : Tiyatro
sanırım biraz daha babayiğit bir iş.
İ.Y. : Televizyon
bana göre daha çok para kazanmak için yapılan iş. Daha fazla tanınmak gibi bir
derdiniz varsa dizi oyunculuğu bunun için doğru bir yol. Ankaralı seyirci
tarafından da tiyatro oyuncuları tanınır ama ulusal bir tanınmışlık tiyatroyla
olmuyor, televizyonla oluyor çünkü televizyon daha çok kitlelere ulaşan bir
şey.
Aynı zamanda bana göre sinema
yönetmen işi, tiyatro ise oyuncu işi.
Oyunculuk anlamında İstanbul ve Ankara’nın nasıl farkı
var? Sonuçta dizilerin çoğu İstanbul’da çekiliyor…
M.Ç. : İstanbul’da
nitelikli yapımlar da var, kötü yapımlar da var. Hükümetlerin son yıllarda
sanata ayırdıkları bütçe gittikçe düşüyor. Sanata daha fazla yatırım yapılmalı
diye düşünüyorum. Hem sanat kurumlarının hem de yapımların özerklik taşıması
gerekiyor. Sonuçta parayı veren yapılan sanatın niteliğini de belirliyor.
Özerkliği kuracak olanlar sanatçının kendisi olacaktır zamanla. Oyuncular
sendikası kuruldu mesela geçenlerde. Bu oluşumun iyi yerlere gideceğini
düşünüyorum.
T.T. : Ben
ne zaman İstanbul’a iş için gitsem sıkıntı geliyor bana şehre girdiğim zaman. Açıkçası
korkuyorum İstanbul’dan. Orada çok büyük bir pasta var ve kolay kolay da
kimseye o pastadan vermiyorlar. Ankara çocuğu olduğum için orası bana çok
kirli, karışık, sıkıntılı geliyor. Bu yüzden dizi oyunculuğunu sırf para için
yaptığımı söylüyorum ve para için yapmaya da devam edeceğim.
E.E. : Dizide görsellik çok önemli. Görselliğiniz varsa zaten dizi oyuncusu olursunuz. Ama İstanbul’da karakter rollerin çoğu da Ankara’dan.
E.E. : Dizide görsellik çok önemli. Görselliğiniz varsa zaten dizi oyuncusu olursunuz. Ama İstanbul’da karakter rollerin çoğu da Ankara’dan.
M.T. :
Sadece kondisyon farkı var çünkü Ankara’dan diziler için İstanbul’a gidip
gelenler daha çok yorulur. Bir de İstanbul’dakiler daha çok iş yapar ve daha
çok para kazanırlar.
İ.Y. : Bir
yönetmen olarak yüzde yüz beklenti olmuyor, hayal ettiğiniz gibi
sahneleyemediğiniz anlar olabiliyor. Hikâyenin alışılagelmiş bir tarzı yok. Ama
genel olarak arzuladığımız başarıya ulaştığımızı söyleyebilirim.
Elinize sağlık...
YanıtlaSil